One Hundred Fifty Two

409 34 86
                                    

"Hadi ama, bir şeyler yemelisin."

"Aç değilim."

"Hiçbir şey yemedin Melanie. Neredeyse akşam oldu. Yapma böyle."

Sebastian'la doktora gitme kararımızın üzerinden neredeyse bir ay geçmişti. Artık başka bir evdeydik. Aldığım ilaçlar bazen iştahımı kapatıyorlar bazen uyku yapıyor bazen ise beni olduğumdan daha huysuz bir hâle getiriyorlardı. Ama onları almak zorundaydım. Çünkü almaya başlamadan önce birkaç tuhaf şey yaşamıştım...

Olmayan şeyleri görüyor, bazen hiç yaşamadığım anılar beliriyordu zihnimde. Sebastian uykumda çok fazla ağladığımdan bahsetmişti. Doktorun dediğine göre henüz yaşadıklarımı atlatamadım bu yüzden de zihnim beni yüzleşmeye zorluyormuş. Ama..neden şimdi? Neden atlatamıyorum? Neden sürekli başa sarıyor? Böyle olmaktan, böyle hissetmekten nefret ediyorum.

Belime sarıldı ve çenesini karnıma yaslayıp bana baktı.

"Lütfen Mel, benim için biraz ye. Böyle devam edersen bitkin düşeceksin."

"Bunu istemiyorum. Böyle yaşamak istemiyorum."

Hızlıca doğrulup yüzümü elleri arasına aldı.

"Biliyorum, biliyorum. Ama dayanmalısın. Sadece bir süreliğine."

"Ya hiç iyileşemezsem? Ya hep böyle devam ederse?"

"Öyle olmayacak. Düşünmek faydasız."

Gözlerimden yaşlar düşmeye başladığında çeneme ulaşamadan onları sildi.

"Yapma..İyi olacaksın."

"Yeterince güçlü değilim. Değilim. Eğer olsaydım çoktan kendimi öldürmüş olurdum."

Sert bakışları gözlerime kenetlendi.

"Sakın bir daha bundan bahsetme."

"Ama-"

"Ama yok Melanie. Kendini öldürmek güçlü olduğunu göstermez. Savaştan kaçtığını gösterir."

"Sanırım.."

Belimi kavradığı gibi beni kucakladı ve masanın yanında duran sandalyeye oturdu. Masada bir kâse çorba ve biraz makarna vardı. Yemek istemiyorum, hiç aç değilim. Başım dönüyor, uyumak istiyorum.

Kucağında beni masaya doğru çevirdi ve kollarını sıkılaştırdı. Nefesini boynumda hissedebiliyordum.

"Sen yiyene kadar buradayız."

Ona daha fazla karşı çıkamazdım ve haklıydı da. Dün geceden beri ağzıma tek lokma bir şey girmemişti.

Yememi beklerken yavaşça boynumu öpmeye başladı. Bunun beni rahatlattığını biliyordu. Vücut ısım artarken kâseyi elime aldım ve birkaç kaşık sonra ona sordum.

"Sen neden yemiyorsun?"

"Yiyorum."

Bu sözlerden sonra yemeğe devam etmemi mi istiyor? Gerçekten mi?

Yüzüm kızarırken çorbamı bitirdim ve masaya bırakıp başımı Sebastian'ın omzuna yasladım. Gözlerim kapalıydı.

"Orada ellenmemiş bir tabak görüyorum."

"Uyumak istiyorum."

Bir iç çekti ve sırtımı ve bacaklarımı kavrayıp beni kaldırdı.

"Önce dişlerini fırçalayalım."

"Neden çoğul? Kendim yapabilirim."

Banyoya vardığımızda ayaklarımı yavaşça zemine bıraktı.

"Hayır yapamazsın."

"Ne demek yapamam?"

Macunu fırçaya sürerken konuştu.

"İlaçları almaya başladığından beri fazla sert fırçaladığını fark ettim. O yüzden ben yapacağım. Aç ağzını."

"Kendimi çocuk gibi hissetmeme sebep oluyor-"

Fırçalamaya başladığından dolayı cümlemi tamamlayamamıştım.

"Uslu kız."

Kaşlarımı çattım ve bitirmesini bekledim. Sonrasında ağzımı temizleyip bedenimi ona yasladım.

"Çok sinir bozucusun."

Dudaklarını yanağıma bastırdı.

"Yatağa git, geliyorum."

Kıyafetlerimi çıkarıp kendimi yatağın üzerine bıraktım. Biraz sonra gelip beni sarmaladı ve üşüyeceğimden şikayet edip üstümüzü örttü.

Başımı boyun girintisine gömdüm ve onun kolları arasında olabildiğince küçüldüm. Gözlerim yaşarıyordu.

"Sebastian.."

Mırıldandı.

"Seni seviyorum.."

"

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
I Need You | sebastian stanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin