"Harika! Nasıl bir iş? Buraya yakın mı? Kaç saat çalışacaksın? Zor mu?"
Soru yağmurunu durdurmak için ellerini kaldırıp güldü.
"Sakin ol. Evet buraya yakın. Öğleden akşama kadar çalışacağım. İş bir müzede sergilenen eserleri tanıtmak ve tarihini anlatmak. Ayrıca duyduğuma göre sevgilin sanat tarihinin ustasıymış."
Gülümseyerek yanağımı yanağına sürttüm.
"Çok sevindim. En azından seveceğin bir meslek, değil mi?"
"Sanatla iç içe olan her şeyi sevebilme potansiyelim var. Mesela sen."
Mırıldandım.
"Ben sanatla pek iç içe sayılmam. Yani geçmişte biraz piyano çalmışlığım var tabi..."
"Asıl sanat sensin Melanie."
Elini tuttum ve bu sefer onun ağzına bir çilek götürdüm. Pembeleşmiş dudaklarıyla çileği ısırdı.
"Bugün çok romantiğiz bakıyorum."
"Keyfim yerinde.. Bu arada serçen nerede? Normalde dışarı çıktığımızda yanında getirirdin."
"Sanırım biraz halsiz. O yüzden çıkarmak istemedim. Hem biliyorsun -pek istemesem de- bir kafes aldım. İçine de sıkılmasın diye boncuklu oyuncaklar koydum. Yokluğumda etrafta dolaşıp da bir yerlere girip sıkışmasını istemem."
"Doğru bir karar olmuş."
Başımı kaldırdım, önce ağacın yapraklarına baktım sonrasında gözlerimi kapatıp yüzüme azar azar düşen güneşin ısısını hissetmeye çalıştım. Hava çok güzeldi. Ne fazla sıcaktı ne de soğuk. Ilık meltem hafif hafif esiyordu. Üzerimde ince bir bluz ve altımda diz boyu bir şort vardı. Erik'in giydikleri ise düz beyaz bir tişört ve kot pantolondu. Ona dönüp sordum.
"Salona gidecek misin?"
Kolunu kaldırıp saatine baktı.
"Evet, yaklaşık.. Birkaç dakika sonra orada olmalıyım."
"İş bulduğunda orada çalışmayı bırakırsın diye düşünmüştüm."
"Orada çalışmak benim için bir nevi hobi. Yani mecbur olmadıkça oraya gitmeyi bırakmayacağım. Ya sen? Bugün geliyor musun?"
Omuz silktim.
"Pek istekli değilim."
"Pekala."
Yan döndü ve diz çökme pozisyonuna geçti. Sonrasında dudağımı uzunca öptü.
"Önce eşyalarımı almak için odama sonrasında da salona gideceğim. Görüşürüz sevgilim."
"Görüşürüz."
Arkasından gidişini izlerken son çileği de ağzıma attım ve ayağa kalktım. Serçemin durumuna bakmalıydım bu yüzden odama yöneldim. Çok geçmeden vardım ve kapıyı açtım. Aşkım, diye seslendim içeriye. Odama bu saatlerde fazla ışık girmiyordu ben de lambayı yaktım ve kuşumun köşesine yöneldim.
Göreceğim şeyle acı ve kısa bir çığlık attım. Göz yaşlarım hızla yuvalarını terkederken kafesi açtım ve serçeyi elime aldım. Küçük bir yaşam tepkisi almak adına iki parmağımla nazikçe kalbinin olduğu bölgeye aralıklarla baskı uyguladım. Dakikalarca bunu yapmış olsam da işe yaramadı. Onu kaybetmiştim. Kolumun tersiyle yüzümü sildim.
Hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. Onu bırakmadan hızla dışarı çıktım ve toprakta diz çöktüm. O hala elimdeyken diğer elimle toprağı kazmaya koyuldum. Neden ölmüştü bilemiyordum. Belki de onu fazla ihmal ettim. Yanından hiç ayrılmamalıydım.
Küçük tüylü cansız bedenini kazdığım ufak çukura koydum ve üzerini toprakla örttüm. Belki yarım saat boyunca göz yaşlarımla suladım mezarını.
Kızarmış gözlerim ve çamura bulanmış ellerimle içeri geri girdim, temizlendim ve kendimi yatağa attım.
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.