Sebastian birazdan burada olacaktı. Ben hazırlanmış onu beklerken Loki ile ilgileniyordum. Kucağıma kıvrılmış ben onu okşarken mırıldanıyordu. Zil çaldığında kedimi kenara bırakıp kapıyı açtım. O merdiven basamaklarından çıkarken kalp atışlarım giderek hızlanıyordu. Beni gördüğünde gülümsedi, daha da yaklaştığı sırada boynuna atılıp sarıldım.
"Hoş geldin."
Kollarını nazikçe belime sardı.
"Hava serin. Üzerine bir şeyler almak isteyebilirsin."
Onu onaylayıp odama gittim ve lacivert hırkamı elime aldım. Sonra açık kalmış ışıkları ve kapıyı kapatıp dışarı çıktık. Yolda çalışan bir araba duruyordu. Sebastian adımlarını hızlandırıp benim için kapıyı açtı.
"Arabanı nasıl getirdin?" diye sordum binerken.
"Benim değil. Bir süreliğine kiraladım. Gideceğimiz yer yürüme mesafesini aşıyor."
O da bindi ve yola koyulduk.
"Umarım sürprizim hoşuna gider."
Bir şey demeden tebessüm ettim. Araba yolculuğumuz kısa sürede bitmiş olsa da onun da dediği gibi yürüme mesafesine göre uzaktı.
Tam olarak nereye geldiğimizden emin değildim. Bir tepeydi sanırım.
"İşte geldik."
Sorgulamadan arabadan indiğimde bir şey almak için bagajı açtı. Ben ne yapacağını beklerken bir piknik bezi çıkardı ve çimenlere serdi.
"Karanlıkta piknik biraz garip olmaz mı?"
Güldü.
"Eskiden bana gökyüzünü ve gökyüzü olaylarını izlemeyi çok sevdiğini söylerdin. Ayın farklı renklerde olduğu günlerde sevinçten için içine sığmazdı. Hatta bir keresinde beni arayıp 'Seb, çabuk gökyüzüne bak.' demiştin. Oysa benim olduğum yerde saat daha erkendi. Çok şirindin."
Gülerek ve hafif kızararak karşılık verdim.
"Evet hatırlıyorum. O gün ay çok güzeldi..Bugün de mi renk değiştirecek?"
"Hayır. Bugün farklı bir olay olacak."
Bagajdan iki soda çıkardı ve birini bana verirken boşta kalan elimi tutup beni yanına, beze oturttu.
"Az daha unutuyordum. Müzik açacağım. İstek var mı? Önceden Frankie Valli hayranıydın."
"Öyle miydim? Ah doğru. İnce sesi çok hoşuma giderdi. Eskilerden herhangi bir şey açabilirsin."
"Tamamdır."
Elvis Presley'den Can't Help Falling In Love'ı açtı ve şarkının sesini kısık ama duyulabilir bir düzeye ayarladı. Sonra yanıma gelip uzandı. Onu taklit ederek ben de uzandım.
Seçtiği şarkının sakinliği ve ritmi geceye çok yakışıyordu.
"Pekala..neyi görmeyi bekliyoruz?"
"Birkaç dakikaya başlayacak olan meteor yağmurunu."
Heyecan ve sevinçle karışık bir ses tonuyla "Daha önce hiç meteor yağmuru izlememiştim." dedim.
"Beğeneceğini biliyordum."
Bir nefes verip devam etti.
"Onca yıl sana yaşattığım her kötü anı telafi etmek istiyorum."
Yan dönüp bir kolumu ona sardım. Başımı omzuna yaslamışken gökyüzünü izlemeye devam ediyordum. Kolunu yavaşça başımın altından geçirip elini omzuma yerleştirdi.
"Ne kadar Londra'da kalacaksın?"
"Haftasonunu burada geçireceğim. Pazar akşamı geri dönerim."
"Yani gitmen gereken bir yer ya da görüşmen gereken birisi yok."
Bana sarılı olan kolunu sıkılaştırdı.
"Tek istediğim seninle vakit geçirmek."
"O halde..bende kalmaya ne dersin? Hem görüşmek istediğimiz zamanlar sürekli otele gidip gelemezsin ya."
Alacağım cevap beni geriyordu. Hata yapmamıştım değil mi? Birçok kişi aynı evde kalacak olmamızı uygunsuz bulabilirdi. Ama o sıradan birisi değildi ki. O benden faydalanmak değil bana yardım etmek isteyen biriydi.
"Sana rahatsızlık vermeyeceğimden emin misin?"
"Tabi ki rahatsız olmam. Hem..sadece iki gün."
Bunu benim istediğimi anlamıştı. Bakışlarından belliydi. Evet bunu istiyordum çünkü ona yakın olduğum her saniye huzur doluydu ve bunun bitmesini hiç istemiyordum.
"Eğer meleğim böyle istiyorsa."
Dudaklarını yanağıma bastırmak için yaklaştırırken gördüğüm parlaklıkla söze atıldım.
"Seb şuna bak! Kaymaya başladılar..Bak bir tane daha kaydı."
O gece sadece..çok güzeldi.
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.