Bugün berbat bir gün.
Pakistan'a gitmek için beş günü olduğunu söylemişti. Ben de salak gibi beş gününü de bana ayıracağını düşünmüştüm. Her ne kadar rüya gibi gelse de savaşın tam ortasına gidiyordu, beraber geçireceğimiz son beş günümüz olmasına kendimi hazırlamıştım.
Ama o üç gündür evde yoktu.
Gideceğini öğrendiğim günden beri tek kelime etmemiştik. Yarın gidecekti ama hala evine göndermemişlerdi. Acımasızlardı ya da ona ihtiyaçları vardı. Acımasız davrandıkları kişi ise bendim. Kimse beni umursamıyordu. Kocam bile savaşa gideceğini son anda söylemişti, kendimi önemli hissetmek için kimdim ki?
Bütün bunlar yetmiyormuş gibi regl olmuştum. Onun gidişini bin kat daha kötüleştiriyordu. Dayanamıyordum ama dayanmak zorundaydım. Elimden bir şey gelmiyordu. Koskoca adamı elinden tutup gidemezsin diyecek halim yoktu. Sahip çıkmak istediği kendi topraklarıydı, ben değil.
Sonunda aşağıdan kapının kapanma sesi geldiğinde üzerimdeki örtüye daha çok sarılıp bizim odanın kapısına sırtımı döndüm. Ağlamayacaktım ya da yolcu etmeyecektim. Arkada onu merak edecek olan kimseyi bırakmıyormuş gibi gitme kararı almıştı, o zaman onu merak edeceğimi görmeye hakkı yoktu. O öylece giderdi ve bir şey olursa da son kez bile sarılamadığımız için kahrımdan geberip giderdim. Benim için güzel bir son olurdu.
Her zaman yaptığı gibi beni umursamadan direkt duşa girdi ve üzerini değiştirdi. Yarın gidecekti. Yarın gidecekti ve hala konuşmamaya yeminli gibiydi. Ya da ben öyleydim. Sanki konuşmayı ilk başlatanın kaybedeceği ölüm pahasına olan bir savaştı bu. Çok kırgın hissediyordum. Bu his sadece kalp kırıklığı gibi değildi, bütün kemiklerim kırılmış gibi acıtıyordu.
Yatak çöktüğünde ağlamaya başlamamak için burnumu çekip kendimi zor tuttum.
"Konuşabilir miyiz?"
Hiçbir tepki vermedim. Bunca zamandır o benim çırpınışlarımı görmemişti, sıra bendeydi.
"Tamam, sen konuşma ama dinlediğini biliyorum... Yarın gideceğim ve seni böyle bırakmak istemiyorum. Beni anlıyorsundur. Beni anlayan tek kişisin zaten. Sen de böyle yapma. Ben... Yani geri dönemezsem-"
"Sus." diyebildim. Veda ediyordu. Sonsuza kadar olan vedalardan.
"Her ne kadar kabul etmek istemesen de böyle bir şeyin olabileceğini biliyorsun, Earth. Leo'yla beraber yola çıkacağız. Eğer dönüşte sadece Leo olursa onunla iletişimini kesme. Ne yapması gerektiğini, sana nasıl bakması gerektiğini anlattım. Ona güveniyorum, sen de güven."
Son dört gündür o kadar çok ağlamıştım ki, artık ağlayacak gücüm yoktu. Tepkisizce susmasını bekledim. Vedalardan nefret ediyordum ama her ihtimale karşı birbirimize bir şeyler söylememiz gerektiğinin de farkındaydım. Eğer aramız kötüyken giderse ve düşünmek bile istemediğim ihtimallerden biri yaşanırsa kendimi asla affedemez ya da bu vicdan azabıyla yaşamaya devam edemezdim.
Duvarlarımı kırıp ona doğru döndüm. Tişörtünü giymemişti. Beklediğimin aksine tıraş da olmamıştı. Dört gün önce yapmak istediğimi yapmaya cesaret edip parmaklarımı kirli sakalında dolaştırdım. Elini benimkinin üzerine koydu.
"Bana kızma. Seni böyle bırakıp gidersem huzurlu olamam. Hiçbir zaman. Yapmak zorundayım. Lütfen anla beni. Lütfen."
"Beni öper misin?" diye sordum ağlamamak için kendimi zor tuttuğumdan kaynaklanan kırık sesimle. İlk ve belki de son kez beni öpmesini istediğimi dile getiriyordum.
Bana doğru eğilip dudaklarımla buluştu. Bazen nazik ve hafif, bazen de dişlerini ve dilini kattığı sert dakikaların ardından üzerime çıktı. Birden hareketleri değişip özlem gidermek veya veda etmek yerine arzuyla öpmeye başlarken aynı zamanda eli de aşağılara doğru kaymıştı. Biraz zor da olsa elini durdurabilmiş ve regl olduğum hakkında kısa bir açıklama yapabilmiştim. Kendini yanıma attı ve beni de göğsüne çekti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
exile ¬ malik
Fanfiction"Artık vatanım değilsin..." diye mırıldandı üniformalı genç adam sevdiği kadına bakarken. "O zaman ben şimdi neyi koruyacağım?" - soldier zayn au. ©𝘇𝗮𝗶𝗻𝗳𝘁𝗺𝗲 {26072020} [dedicated to @irwinslotus] - #1 in zayn