take you home

1.7K 186 147
                                    

Bu bölümü Yellow Metal'dan önce yazmıştım ve şimdi düzenlerken :') böyle oldum

Tamam, sanırım itiraf etmem gereken bir şey var. Pakistan, hayal ettiğim gibi bir yer değil. Ve bunu henüz on dakikayı burada geçirmişken söylüyorum.

Havaalanından yeni çıkmış, bizi çarşıda beklediğini söyleyen Zayn'in uzaktan akrabalarından birine doğru yürüyorduk. Zayn'in elini tutmuş ve koluna yapışmış durumdaydım; hem beni, hem de çantaları taşıyordu. Normalde aramız kötüyken ona böylesine tutunur muydum, sanmıyorum.

Çarşıda ilerlemeye devam ederken kalabalık beni boğuyor, üzerimde hissettiğim bakışlar ise daha çok geriyordu. Bir kişi daha gözleriyle beni takip ettiğinde kafamı eğip kendime baktım. Müslüman ülkede olduğumu kendime hatırlatmaya çalıştım ve bu da bende bir sıkıntı olduğunu düşünmeme sebep oldu.

"Zayn?" diye seslendim, arabaların gürültüsü fazlaydı.

"Efendim?" Koluna yapışmış olmamdan fena memnundu ama belli etmemeye çalıştı.

"Yanlış bir şey mi giydim?"

Garip karşılanmamak için düz siyah kot ve Zayn'in bol tişörtlerinden birini giymiştim. Neyim vardı?

Yürümeye devam ederken göz ucuyla bana baktıktan sonra "Hayır," dedi iç çekerek. "Ne oldu?"

"Yanından geçtiğimiz herkes bakıyor."

"Sen de bunu kıyafetlerine mi bağladın?"

"Başka neden olabilir?"

Gülüyor gibi verdiği nefesi duydum. Komik olanın ne olduğunu bilmiyordum.

"Etrafına bak Earth."

Söylediğini yaptım. Pakistan'daydık işte. "Baktım?"

"İyi. Şimdi de ten rengine bak."

"Bu ne demek?"

"Beyazsın demek."

Kaşlarımı çatarak yürümeye devam ederken bu durumumdan keyif aldığını adım kadar iyi biliyordum.

Kendi kendime en azından sadece bakıyorlar, diye düşünürken omuz silkmiştim. Yine de, hayatımda ilk defa beyaz olduğum için garip karşılanıyordum. Karmaşık duygulara kapıldım. Empati hissi istemsizce göğsümde belirdi.

"Nasılmış?" diyen Zayn'e baktım, göz kırpmıştı. "Ben de Bradford'da böyle hissediyorum."

Daha çok empati.

"Ama sen İngiliz sayılırsın." On üç yaşından beri İngiltere için savaşıyordu, Tanrı aşkına.

"İngiltere için öleceğime yemin ettim," Omuz silkti. "Ama ten rengim yıkayınca çıkmıyor."

İç çektim. "Üzgünüm."

Tekrar omuz silkti. "Daha büyük sorunlarım var," derken tuttuğu elimi havaya kaldırdı. "Yüzüksüz bir eli tutuyorum."

"Kararımdan vazgeçmeyeceğimi söylemiştim."

"Vazgeç demiyorum zaten. Alıştım."

"Neye alıştın?"

Bana bakıp gülümsedi yine. "Sevdiklerimi kaybetmeye-" Tam ağzımı açmışken beni susturdu. "Tamam, tartışmaya başlamayalım. Benim suçum olduğunun farkındayım. Kabullendim."

Biraz da onun kalbini kırmadan ayrılabilmek için şu an burada değil miydim? Ben hayatım boyunca onun için annemi karşıma almıştım. Son kez alışımdı. Pakistan'a gidiyor olduğumu öğrenince hastalanmıştı. Boşanacağımızı unutmamam gerektiğini, oradaki insanların aklıma gireceğini falan anlatmıştı. Ona istediğini veriyordum, evet ama benim de istediğim buydu.

exile ¬ malikHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin