Hak Edenin Hakkını Veririm/19

4.3K 382 252
                                    

🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿

Medyadaki müzikle dinleyin isterseniz...

🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿

Cihangir bey koşusunu yapıp geldikten sonra elini yüzünü yıkayarak kahvaltı sofrasına oturdu.
Çayını ve taze sıkılmış meyve suyunu da doldurarak önüne koydum.
Elim ayağım titriyordu. Elimi nereye koyacağımı bilemiyordum.

Nefesimi bile yüksek sesle almaya korkuyordum.
Çünkü çıt ses yoktu.
Dışarıya çıkmak istiyordum ama onu da söyleyemiyordum.
Karşısına oturup kahvaltı da yapamazdım. Aylardır O'nunla birlikte hiç aynı sofraya oturmamıştık. Yani ben hep kendim mutfakta yiyordum.

Üzülmüştüm de, evlilik böyle bir şey miydi? Değildi elbette biliyordum. Anamın ve babamın evliliği çok iyi olmasa da, biliyordum böyle olmadığını.

Çünkü Şahester hanım ve Edip beyin evliliği tam bir istişare ve uyum içindeydi. Herşeyi karşılıklı konuşuyorlardı. El ele, diz dize çay ve kahve saatleri yapıyorlardı.
Edip bey, bazen odasına kapanıp çok yoğun çalışınca, Şahester hanım tepsiyi alıp yanına giderdi ve güle oynaya içerlerdi.

Leyla teyze de çok güzel anlatıyordu kocasıyla yaşadıklarını. Özlem duyuyordu ölmüş kocasına...
" Ah benim fidan boylu kocam şu anda yanımda olsaydı..."diye ağlardı.

Bazen herşeye rağmen iyi ki o insanları tanıdım diyorum.
Yoksa kendimi bu kadar geliştiremezdim. Bazen merkeze veya ilçeye gidince kimse benim köylü kızı olduğuma inanmıyordu.

"Konuşman, halin tavrın, giyimin çok farklı. Tıpkı İstanbul Türkçesiyle konuşuyorsun... "derlerdi.
Bazı arkadaşlarım da öyle diyordu.

Ama ben farkında bile değildim...Yada ben sürekli o evde O' nları ve aynı O'nlar gibi olan konuklarını gördüğüm içindi farkında olmayışımın sebebi. Yada kendimi çok önemli birisi olarak göremediğim içindi bilemiyorum.

İnsan köylüde olsa İstanbul Türkçesiyle konuşamasa da önemli olan insanlığı ve merhameti, ahlakıydı benim için.
Ne okumuş görgüsüz cahiller de görmüştüm ben...
Kibirden daima korkardım. Çünkü şeytanda kibrinden dolayı Allah'ın huzurundan kovulmuştu.

Leyla teyzenin de dediği gibi " dolu başağın boynu eğik olur daima... Hicran kızım, Maşallah sana, sakın kendini bozma. Sen böyle devam edersen, muhakkak tüm kapılar sana açılır. Kim der, senin ilkokulunu bile bitiremeden hizmetçi olduğu halde, adeta donanımlı bir Alman ve Fransız ya da bir İslami bilimler fakültesi mekteplerinden mezun birisi kadar bilgiye sahip olduğunu...Hiçte belli etmiyorsun kimseye. Mütevazi Hicran'ım benim..." derdi.

Cihangir bey, kocam olmasına rağmen O bile bilmiyordu benim hakkımda hiçbir şey. Sonuçta beş aydır bu evdeydim. Bir O değil dışarıdan da kimse bilmiyordu . Anamın, ablamın ve benim küçük sırrımızdı...Babam yüzünden, korkumuzdan saklıyorduk.

Durduk yerede kendimi anlatacak birisi asla değildim. Sorsalar bile sadece sordukları kadarına cevap verirdim. Bu huyum çocukluğumdan beri böyleydi... Ablamla tam zıttık...Ah benim canım ablam. Kim bilir şimdi ne yapıyorsun?

Ama ben Cihangir beyin konuşması gibi bir konuşma daha bilmiyorum desem yalan olmaz. Konuşması bambaşka... Daha akıcı ve telafuzu düzgün o tok ve sert sesiyle tam bir ritim oluşturuyor...
Tane tane ve üstüne basa basa konuşuyor daima.

Konuşurken beden dilini de çok güzel kullanıyor. Yani bağırırken bile bazen dalarak dinliyorum ve sonra kendime gülüyorum " kafayı yedin artık iyice Hicran..." diye.
Ben yine dalmış gidiyorken Cihangir beyin sesini duydum.

Sabr-ı Sükut 5. Seri  ( Hicran ) TAMAMLANDI Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin