3.Bölüm

82K 5.4K 1.4K
                                    

Selammm🤗

Hadi hemen okumaya geçin. ❤️

Yıldızımıza da basmayı unutmayın, seviliyorsunuz. 🌼

***

Zeliha babasının koluna girdiğinde ağır adımlarla karakoldan çıktılar. Babasının ağzı bir an olsun boş durmuyor, kızına nasihatte bulunuyordu.

"Kızım bütün bunlar oluyor diye seni eve tıkacak değilim, tabii ki. Ama en azından bir süre görünme ortalıkta, he güzel kızım?"

Zeliha babasının her söylediğine dikkat eder, onu hiç terslemezdi ama şu an onu dinleyemeyecek kadar hem öfkeli hem de aklı bulanıktı. Arkasına dönüp karakolun camına baktığında az önceki genç adamı gördü. Uzun boyu ve yapılı vücudu ile neredeyse bir pencereyi kaplıyordu. Kara gözlerini kendisine dikmişti. Bir an olsun bakışlarını titretmiyor veya başka bir yöne çevirmiyordu. Kendisinin gözlerine bu denli derin ve bu kadar uzun süre bakabilen bir erkeğe rastlamamıştı henüz. Rastladığına da hemen haddini bildirir, sınırlarını çizerdi.

"Sana bu cesaret nereden geliyor?" dedi dudaklarını kımıldatıp camda kendisine bakan Polat'a. Genç adamın saniyesinde kaşları çatılırken genç kızın kendisine bakarak ne söylediğini duyamamasının merakı düşmüştü yüreğine. Geniş göğsünde kavuşturduğu ellerini çözüp ahşap pencereye yaslayarak öne doğru eğildi. Zeliha ise bu hareket karşısında koluna girdiği adamı yarı çekiştirerek daha hızlı yürümelerini sağladı.

"Zeliha, dur kızım! Sen genç olabilirsin ama ben ihtiyarladım artık. Yavaşla biraz!"

Yaklaşık yirmi dakika sonra güneş tepeden gitmesine rağmen köyün taşlı yollarına sıcağını iyice sindirmişti ve ayağındaki lastikler bile iyice gevşemişti. Evlerinin önüne gelir gelmez yaşlı adam tabureye çömeldi.

"Zeliha iki lokma bir şeyler getir kızım. Tansiyonum düştü galiba."

"Tamam baba." diyerek babasını ikiletmeyerek içeri geçti Zeliha.

Yirmi dört yaşındaydı ve tek çocuktu Zeliha. Annesi ve babası gençliklerinde birbirlerine sevdalık etmişler ama aileleri yüzünden geç evlenmek zorunda kalmışlardı. Annesi babasından birkaç yaş büyüktü üstelik. Zamanında da bütün köyün ağzına onlar dolanıp durmuştu. Dedikodudan başka bir şey bilmezdi buradakiler. Köyün bütün erkekleri öğle çağına kadar işlerini bitirir o vakitten sonra da meydandaki kahvede oturur akşama kadar onu bunu çekiştirirlerdi. Kadınlar ise her yerde. İki dakika çeşmenin başında, yarım saat bostanlarda, üç beş saat de tarlalarda ot biçerken.

Şimdi de herkesin dilinde bir Zeliha ismi vardı.

"Taş düşsün başlarına Zeliha kadar." diye söylene söylene babasının yemeğini hazırladı genç kız.

Birkaç saat evvel salona kurduğu sofrayı harmanlığa taşıdıktan sonra  bacası tüten sobaya kaynatmak üzere çay suyu koydu. İkindi çağı gelmişti ve yapacak başka bir şey yoktu. Hem olsa bile ne babasının ne de kendisinin iş görecek dermanı kalmamıştı.

Aslında bu savrulmalara kendi bedeni alışıktı ama babasının bu tür olaylarla hırpalanmasını istemiyordu. Genç kızlığına erdiğinden beri annesiyle beraber bu köyden kasabaya taşınmak için babasını ikna etmeye çalışmışlardı ancak yaşlı adam bu fikre hiçbir zaman yanaşmamıştı. Eski topraktı işte, bazen aksilikleri de tutuyordu. Fakat annesi öldükten sonra da kızıma yeterince sahip çıkamam diye bu sefer de kendisi kasabaya taşınmak istemişti de Zeliha hiç oralı olmamıştı. Bu evin her köşesinde annesinin hatırası vardı, kolay değildi burayı harabeye çevirip şehirli olmak.

MuhtarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin