41. Bölüm

41.4K 3.2K 951
                                    

Selammm. Ben geldim. Umarım hepiniz çok iyisinizdir. 🤗

📍Bölüme başlamadan önce uyarıda bulunmak istiyorum. Bu bölümde Zeliha ve Polat'a hiç yer vermedim. Biliyorsunuz ki hiçbir kitap sadece başrol karakterler üzerine kurulu değildir. Nazlı ve Osman'a ayrı bir kitap yazacak vaktim de yok ne yazık ki. O yüzden bence onların bu hikayeye dahil olması kitabı zenginleştirdi aksi takdirde Muhtar şu an çoktan final yapmıştı. 

Hadi hemen okumaya geçin 😇

Boool yorum yapmayı ve vote vermeyi unutmayın. ✨

🌼Keyifli okumalar. 🌼

***

Esir olmak için bir zindanın içinde olması gerekmezdi insanın. Kimileri hep demir parmaklıklar ardından bakardı hayata. Gözlerinin önünde duran o sık aralıklı demirler insanın ruhunu da sıkar dururdu. İşin garip yanı da karanlığa öyle alışırdı ki gün ışığının içine sızmasına izin vermezdi. Çünkü gün ışığı içeri sızacak olursa taşların yerinden oynamasından korkardı. Değişim fikri birçok kişiye ürkütücü gelirdi. İçinde bulunduğu durum kötü de olsa bilinmeyenden daha korkardı insan. 

Aşk da bilinmezlik değil miydi zaten. Bazen insan birini tam olarak sevdiğinden bile emin olamazken karşısındaki insanın sevgisine nasıl güvenip de değişime uğramak isterdi ki? Esasında bunu çok az insan isterdi. Çok az insan karanlığın esaretinden kurtulup dünyanın bin türlü rengine karışmak isterdi. 

Dünyanın bin türlü rengine henüz kavuşmasa da huzurla uyanmıştı bu sabah Osman. Öyle ki keyif içinde çaldığı ıslıklar eşliğinde sofrayı kendisi hazırlamış sonra da annesini yaka paça uyandırıp ona eşlik etmesini istemişti. Çok erken uyanmıştı; annesi ise eski alışkanlıklarını çoktan kaybetmişti. Kadıncağız elini yüzünü ovalaya ovalaya sofraya oturmuştu ama oğlunun yersiz neşesine çoktan sinirlenmişti. 

"Hayırdır sabah sabah!" 

"Sabahın kendisi hayır annem." diyerek kaçamak bir bakış attı Osman annesine. Sıcacık köy ekmeğinin içine koyduğu tereyağının erimesi için ekmeği katladı ve biraz bekledi. Ardından tek hamlede koca ekmeği ağzına attı. 

"Sofralar kurmalar falan. Hangi dağda kurt öldü?" 

"Kurtların öldüğü falan yok anne." dedi Osman. "Kurtlar yeniden doğuyor." 

"Tövbe Allah'ım! Pilozo mudur nedir? Ondan mı olacaksın sen benim başıma." 

"Filozof o annem." deyip işaret parmağını hafifçe havaya kaldırdı Osman. "Ayrıyeten benlik işler değil onlar." 

"Peh! Tam da senlik işler. Onlar da avare sen de. Deli deli geziyorsun ortalıkta." dedi yaşlı kadın. Oğlunun kulağının onda olduğundan bile şüpheliydi. Parmaklarının kemikli yerleriyle oğlunun dizine dürttü. "Ne bu haller sabah sabah? Hele bak hele bak! Nasıl da sırıtıyor aptal aptal! Oğlum..." diyerek hafifçe öne doğru eğilip oğlunun yeşil gözlerinin içine baktı. "Bir gram aklın kalmıştı. Onu da mı yitirdin?" 

Sitemle annesine baktı Osman. Elindeki ekmeği bir kenara koydu. "Akıllı olup tüm gün ruh gibi gezmemi mi yoksa akılsız olup böyle sırıtarak gezmemi mi istersin anne?" Ciddiyetle sorduğu soru kadını afallattı. Arife teyze hafiften kendini geri çekti. Verecek bir cevabı yoktu. Bu nasıl bir soruydu? Ne anlamalıydı bu sözlerden? Aklı ermeyince üzerine fazla düşünmeyip dünden beri en az elli kez sorduğu soruyu tekrar sordu oğluna. 

MuhtarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin