"Dışarı, dışarı, çabuk dışarı!" Melahat her ikisini de kolundan tutarak duvarın önüne kadar sürükledi. "İkiniz de hemen dışarı! O çocuk burada doğamaz!"
Aras kadının ne demek istediğini çok iyi biliyordu. Burçak'a baktı ve onun çok sağlıklı göründüğünü fark edince derin bir nefes aldı. Bebeği kandırmayı başarmışlardı. Melahat sayesinde ona yepyeni bir hayat akışı sunmuşlardı ve bebek, olması gerektiği gibi yavaş bir şekilde gelişimini tamamlamıştı. Artık güvenle doğmaya hazırdı.
"Artık konuşabilirsiniz geri zekalılar!" diye bağırdı Ebe kadın ve Aras ile Burçak'ı duvara doğru itti.
İki genç dengelerini kaybederek duvara çarptılar ve saniyeler içerisinde betonun içine girdiler. Bedenleri hızla diğer tarafa geçerken, Burçak'ın doğum sancıları başladı. Bebek artık hayata gelmek istiyordu ve bunun için olması gereken her şeyi yapmaya hazırdı.
Bedenleri duvarın dışına tamamen çıktığında, beklediklerinden oldukça sakin bir köy ile karşılaştılar. Etrafta kimse yoktu. Sanki kısa süre önce her yer yıkılmamış, ateşler her yeri kavurmamış gibi, eskiden olduğu şekilde görünüyordu köy. Her şeyin normal olarak nitelendirilmesine tek bir engel vardı: Gökyüzü... Garip bir mavi tonundaydı ve giderek renkleri koyulaşan bulutlarla kaplanıyordu.
"Artık doğumu gerçekleştirmemiz lazım." dedi Aras, Burçak'ı kolundan tutarak. Başlarına bir şey daha gelmesinden çekiniyordu. Zaman kaybetmeden oğlunu kucağına almak istiyordu ve bunun için, babasının mezarına gitmeleri gerekiyordu. Tek bir toprak tanesi bile kendilerini güvene almalarına yeterdi. Aras gücü kullanarak çevrelerinde bir kalkan oluştururdu ve o kalkanın içinde, oğlu dünyaya gelirdi.
"Bak." dedi Burçak parmağı ile gökyüzünü işaret ederek. Kara bulutlar tamamen birleşmişlerdi ve üzerinde bir görüntü meydana geliyordu. Ayhan'ı andıran görüntü saniyeler içerisinde netleşti ve genç adamın kendi boğazına dayadığı keskin maket bıçağı sergilendi.
"Ecel bizi durdurmaya çalışıyor." dedi Aras telaşla. Hızlı adımlarla yürürken Burçak'ı da peşinden sürüklemeye çalıştı. "Bakma hiçbir şeye! Beni takip et! Lütfen!"
Gökyüzündeki görüntü giderek detaylandı ve Ayhan'ın arkasında gülümseyerek duran Komiser meydana çıktı. Tıpkı Melahat'ın evinde, televizyonda gördükleri şekilde, gökyüzünde sergileniyordu her şey. "Sana sürprizlerim var." dedi yeni Ecel. Komiserin dudakları oynarken, gökyüzünde aniden şimşekler çaktı ve sesi, kulakları sağır edercesine dört bir yanda yankılandı.
"Burçak!" Şenol'un sesiydi bu kez. Burçak babasının sesini duyduğu anda durdu ve Aras'ın kendisini çekmesine karşı koydu. Babasının öldüğünü biliyordu ama yine de onun sesini duymak kaskatı kesilmesine neden olmuştu.
"Burçak neredesin?" Bu seferki ses ile Burçak'ın gözleri sonuna kadar açıldı ve göz yaşları hızla pınarlarından süzülmeye başladı. Bu ses babasına ait değildi. "Seni görmeye ihtiyacım var." Burçak zorlukla nefes alarak birkaç adım ilerlemek istedi ama gökyüzünde çakmaya başlayan şimşekler yüzünden kıpırdamamaya karar verdi. Yeni sesin sahibinin nerede olduğunu öğrenebilmek için can atıyordu. Heyecanla her tarafa baktı ama yakınlarında canlı ya da cansız hiçbir şey yoktu.
"Gitmeliyiz." diye mırıldandı Aras çaresizce. Elinden hiçbir şey gelmiyordu. Sevdiği kadın Ecel'in tuzağına düşmek üzereydi ama kendisi bile bu tuzağın tam olarak ne olduğunu anlayamıyordu. Ayhan'ı öldürmekle tehdit etmek ya da Şenol ve başka birilerinin sesini taklit edip onu kendisine çekerek ne amaçladığını çözemiyordu.
Burçak ise yalnızca cevap istiyordu. Şimşekler ile birlikte birkaç yere yıldırım düştüğünü gördü ve yürümeye tereddüt ederek beklemeye karar verdi. Işığın parladığı alanda, tıpkı gök yüzünde olduğu gibi görüntüler belirmeye başlamıştı. Yıldırımların sayısı her saniye arttı ve Burçak ile Aras'ın çevresini bu görüntüler kapladı. Artık her yerde Ayhan vardı. Ağaçların üzerinde, yerdeki asfaltta, birkaç yüz metre ilerideki binaların duvarlarında ve tabii gökyüzünde... Genç adam, tek elinde tuttuğu keskin bir bıçağın ucunu gırtlağına sokmuştu ve akan kanlar boğazından aşağı süzülerek yırtılmış kıyafetlerini boyuyordu. Gözleri, belirginleşen damarlarından dolayı kıpkırmızıydı ve Ayhan, akan göz yaşlarına engel olamıyordu. Acı çektiği, yaptığı şeyden pişman olduğu halde bunu engelleyemediği her halinden anlaşılabiliyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Cem'in Oğlu
Misterio / SuspensoKimsenin bilmediği bir tarihte Artık köy olmayan bir ilçede Kimsenin hatırlamadığı bir adam öldü. Yıllar sonra ise oğlu geri döndü. İntikam ya da hesap sormak değildi isteği. Tek bir dileği vardı; Öğrenmek... Babası kimdi? Nasıl biriydi? Ve onu öldü...