Hoca yaptığı büyülerden sonuç alamayınca yapacak bir şey bulamamıştı. Yumurtaları kendisi kırıp sabunu da kendisi açmıştı. Amacı bana korku vermekti bu safhada, bunu zaten en baştan başarmıştı. Yaptığı büyüler ahmakçaydı, bekli daha zekice bir şeyler yapabilseydi hayatım tamamen de kararabilirdi.
Ona, bizi cadı kadına neden zütürdüğünü sorduğumuzda ise kendisi işin içinden çıkamayınca bizi oraya zütürdüğünü cadı kadınla da iş birliği içinde bana içirdiği o zıkkım sayesinde artık benim şerlilerden oluşan bir toplulukla başım belaya girmişti. Hoca beni bu durumdan kurtaracağını söyledi. Ama gözlerinde nefret vardı. Bana bunca kötülüğü yaptıktan sonra pişman olup ta geri gelip beni kurtarma ifadesi yoktu. Sanırım bende, şerliler bana musallat olunca onlardan hem korkum azalmış hem de insanların aklından geçebilenleri hissetme gibi bir yetenek ortaya çıkmıştı. Gözlerinden içini görebiliyordum sanki.
Hoca zaman kaybetmeden cadı kadının yanına gitmemiz gerektiğini söyledi. Kalktık cadı kadının köyüne doğru yola çıktık ama gece oluyordu. Gece oraya gitmek hiç istemiyordum. içimde hem bir korku vardı hem de oldukça derin bir şüphe….
Kadının köyüne geldik. Arabayı yol kenarına çektik ve yürümemiz gereken patika yola koyulduk. En arkada babam geliyordu önünde ben önümde ananem, annem ve dedem önde damat, onunda önünde hoca vardı. Yol karanlık olduğu için biraz zor ilerliyorduk. Hafif bir ay ışığı ile yolumuza devam ettik. Önümüzdeki virajı döndüğümüzde kadının evi karşımızda olacaktı. ilerlemeye devam ettik. Aklıma oradan son döndüğümüz zaman arkama baktığımda gördüğüm şeyler geldi. Tam o sırada virajı döndüm ve…..
Aynı şekilde tel örgülerin kazıklarında ışıklar yanıyordu. Bunlar gündüz gittiğimizde gördüğümüz kurumaya bırakılmış karga ölüleriydi. Onlar ışık vazifesi görüyordu. Kadının evinde sap sarı ışıkları yanıyordu. Sanki ışıklar dışarı fışkırıyordu , pencere önlerinde kısa çizgiler halinde ışık süzmeleri oluyordu. Bunları sadece ben değil hepimiz gördük. Ama kimseden çıt çıkmadı. Kazıkalrın yanından geçtiğimiz zaman gördüklerim beni hayrete düşürdü. Bunlar filmlerdeki cadıların büyü yapıp bir şeyler gördüğü fanusların aynısıydı ama içlerinde ışıklar yanıyordu. Yavaş yavaş eve doğru ilerlemeye devam ettik. Kadının evine yakınlaştığımızda inceden bir davul sesi duymaya başladık. Daha fazla yaklaştığımızda da davulun sesi artıyordu ama benden başka kimse duymuyordu sanki o sesi.
Serenti nin oradan tam döndüğümüzde evdeki tüm ışıklar söndü, davul sesi durdu . Gördüğümüz kazık başlarındaki ışıklara dönüp baktım onlarda sönmüştü. Sadece ay ışığı ile aydınlanıyordu sanki etraf korkmaya başladık herkesin ağzından mırıldanma duyuyordum, dua okuyorlardı galiba.
Hoca kadına adı ile seslendi bakan olmadı. Ben hemen nasıl bir cesaret ise küçük penceresinden baktım. içeride LÖKÜS(küçük piknik tüpü ile yanan gaz lambası) yanıyordu. Löküs ü tutma yerinden tavana asmış kendisi yerde bağdaş kurmuş oturuyordu başını yere eğmiş sanki ritüel yapıyor gibiydi.
Hoca yanıma geldi oda görüp cama tıkladı. Kadın yavaş yavaş kafayı kaldırıp bize öyle bir baktı ki……
Gözleri kedi gözü gibiydi. Bizimki gibi göz bebeği yuvarlak değil yukarıdan aşağı uzun ince sap sarı gözleri vardı. Bize doğru keskin bir bakış attı, kadının tipi resmen kedi gibiydi. ilk geldiğimizde ki yaşlı yüzü olan kadın değildi bu, resmen yüzü gencecik ama kediye benzeyen gözleri ve yüzü vardı.
Kadın bizi görünce ayağa kalktı. Tavana uzantı, tavanı zaten çok alçaktı. Tüpü alttan iteklediğinde üsteki tutma yerinden çıktı ve löküs ile salondan kapımızı açmaya geldi. Tahta kapıyı yavaş yavaş açtı ve iğrenç bir ses tonu ile; hoş geldiniz, gecenin bu saatinde hayır mı şer mi dedi.
Dedem lafa girdi büyük olarak arka taraflardan, Hayır mı şer mi onu sen söyleyeceksin dedi. Kadın elindeki löküs ü havaya kaldırıp dedemin yüzünü görmeye çalıştı . O ara bende yüzüne daha net baktım ve o sarı sarı parıldayan kedigözü gitmiş normal bir insan gözü ve yüzü ile açmıştı bize kapıyı. Kadın bizi içeri davet etti. Dedem sen dışarı gel ışığını alda dedi. Kadın dedem konuştukça takma alt dişlerini yerinden çenesi ile çıkarıp takıyordu. Hoca, dışarıda konuşulmaz bu içeri girip konuşalım dedi.
içeri girdiğimizde kadın löküs ü tavana asmak isterken hoca elinden alıp tavana astı. Oda ap aydınlık oldu ve hemen evde piriz var mı diye baktım. Evde ne bir piriz vardı ne de tavanda bir ampul….
Bu evde elektrik tesisatı bile yoktu… Peki o evden nasıl ışıklar fışkırıyordu ? Nasıl kazık başlarında fanuslar yanıyordu ? Aklımı kaçırmak üzereydim. Bunlar sadece benim mi dikkatimi çekiyordu. Artık fena halde korkmaya başlamıştım.
Hoca ile kadın sanki işaretleşir gibi bakışıp duruyorlardı. Kimse laf açmıyordu. Biz ailecek döşekte oturduk hoca ve damadı yerdeki mindere, kadın ise bizim sağ tarafımızda ki sandalye ye oturmuştu. Benim etrafı izlediğimi görünce; Evimizde elektrik yok sizin gibi, yaşlı ve dul kadının neyi olur ki zaten dedi. O an camdan dışarı çıkan ışıklar neydi diye sormak geldi ama korkuyordum. Hala orada bile nasıl bulunacak kadar zorda kalmışız anlayamıyorum. Sonunda hoca lafa başladı. Ben böyle bir hata yaptım. Şimdi bu delikanlının da başını derde belaya koydum, bir gaflete kapıldım. Bizi sen kurtarırsın kurtarırsan dedi. Kadın dişiz ağzı ile dudaklarını birleştirerek gülmeye başladı. inanın bana böyle bir gülme olamaz. Resmen cadı gülmesiydi bu, sesi kulak tırmalıyordu zaten kadının, gülmesi ayrı bir bela çıkmıştı. Biz kadının böyle gülmesine şaşırmıştık. Kadının bir şaşılmadık gülmesi kalmıştı zaten. Evinde pis bir koku vardı. Sanki ceset kokusu gibi kokuyordu. Sanırım yine karga ölülerinden kendine koleksiyon yapıyordu.
Kadına bu sefer nasıl güvenebilirdim gerçekten bilmiyorum, beklide sadece güvenmek zorunda olduğum için güveniyordum. Ayağa doğruldu iki büklüm yürüyerek başka bir odaya gitti. Oda kap karanlıktı, çünkü löküs bizim oturduğumuz odada yanıyordu. Nasıl bulduysa içeriden kalınlığı 15 santime yakın kara kaplı, üzerinde tuhaf motifleri olan, odaya girdiğinde kasvet saçan bir kitapla geri geldi. Kitabın ne olduğu belli değildi, tavana asılı duran löküs ü indirmemizi istedi. Hoca indirip önüne koydu. Önüne oturduğumuz yerin yan tarafından bir ahşap sini altlığı çıkardı ve kitabı üzerine koydu. Beni yanına çağırdı. Elimi asmanın üzerine koymamı ve dediklerini tekrar etmemi istedi. Kulak tırmalayan sesi ile birkaç bir şey söyledikten sonra bende aynı şeyleri söyledim. Söyledikçe mumların ışıkları arttı. Elini elimin üzerine koydu. O okudukça ve ben tekrar ettikçe sanki elimin üzerini onun avuç içi yakıyor hissine kapıldım. Mumlarda yükselince aklıma eskidende o mumların başıma bela açtığı gelmişti, o yüzden korkup elimi çektim. Elimi çektiğim için bana kızdı. Gözlerinin içi ateş saçıyordu resmen…
Bunu görünce insan olmasından şüphe etmiştim. Korkuyordum ama insan çaresiz kalınca başka bir şey düşünemiyor demek ki. Tıpkı dişin ağrıdığında dişçi dişini çekerken acıyacak ama çekmezse de ağrıyarak acı verecek. Bu ikilemde olduğum için tekrardan başladık aynı şeyleri yapmaya. Kadın okudukça baygınlık geliyordu. Hoca ile birbirlerine bakışıyorlardı. Uzun bir süre kadın gözlerime baktı, sanki beni büyülüyordu, ne derse yapacak kıvama gelmiştim. Odanın içi kasvet doluydu….
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Türkiyede Yaşanmış Cin Ve Hayalet Olaylari 2 (Düzenleniyor)
HorrorBu topraklarda yasanmis garip ve aciklanamayan olaylar