GURONİ - 37

22.6K 1K 142
                                    


'Lev Tolstoy'un bisikleti' diye bir kavram vardır. 67 yaşlarında bisiklet sürmeyi öğrenen Rus yazar için bu belki de çok güzel bir şeyi ifade ediyordu. Hiçbir şey için geç olmayacağını ve kararlarımızla hareket etmemizi bize öğütleyen bir hareket olduğunu söyleyebilirdik.

İmran kendisi için geç olmadığına kanaat getirerek, evine dönmüş ve normal bir hayat yaşamak için kendine söz vermişti ama hiçbir şekilde dört senelik geçmişi onun peşini bırakmıyordu. Bırakmamasıyla beraber, sürekli başına bela alıyor ve bununla işleri daha çok batırdığını hissediyordu. Aslında olan şey İmran'ın yeni hayatına adapte olmasıydı. Eski hayatı ve önceden aşina olduğu daha eski hayatı arasında ince bir çizgideydi ve gidip geliyordu.

Yaptığı ve yapacağı hiçbir şey için pişman değildi ve olmayacaktı da.. Yapısı gereği bu şekilde büyümüş ve kendini bu şekilde yetiştirmişti. Sorumluluk almayı sevmeyen yapısı ve ona zıt şekilde karşısına çıkan insanlar sayesinde törpüleniyordu. Kalbi ve kişiliği arasında silinip kaybolmak üzereydi. Kendini her seferinde derin bir şekilde düşünüyorken buluyordu. Peki yapması gereken neydi?

Bundan sonra gözlerini ve kulaklarını sadece görüp duymak için mi kullanmalıydı? Duyarını bir kenara atıp, sadece duyu organlarının işlevlerini yerine getirmek istemeli miydi?

Son zamanlarda hayatına giren insanlardan sıkılmış olabileceğini de düşünmüştü. Kendisinin bir iş adamı tarafından görülmesinden önce hayatında bu kadar insan olmadığını fark ediyordu. Tek başına gizli bir gölge kahraman olmaktan gayet mutluyken, şimdi onu çoğu bar sahibinin bilmesi kendisi için bir referans gibi görünse de onun için boş insanlardan oluşan birkaç topluluktan ibaretlerdi. Belki de insanlara bakış açışını değiştirmeliydi.

Kendini kişilik olarak sağlam görse de hiçbir zaman mükemmel olarak görmezdi. Bu yüzden sürekli olarak kendinde sorunu arayan taraf olurdu fakat bu sefer aramak istemiyordu. Kesinlikle istemiyordu.

Evinin güzel bahçesinde oturmuş soğuk kahvesini yudumluyordu. Güneş vücudunu ısıtıyorken, o Muhammed'i top oynarken izliyordu. Bugünlerde üzerine çöken halsizlik yüzünden ayağa kalkmaya dahi üşeniyordu. Şu an Muhammed ile oynamayı çok isterdi fakat ne olduysa ayağa kalkma girişimine dahi girmiyordu. Sadece onu baygın gözlerle izliyordu. Sıcak kendi benliğini iyiden iyiye gösteriyorken, İmran'ın vücudundaki sıcaklık dengesinin değiştiğini hissetmiyordu. 

Kutay ile beraber Muhammed ile çok mantıklı bir konuşma gerçekleştirmiş ve polise gitmişlerdi. Muhammed'in de isteğiyle birkaç gün daha İmran'ın yanında kalabilme müsaadesini polislerden almışlardı. 

Avuç içlerinin terlediğini hissediyordu ve içinden hasta olmamak için dua ediyordu. Halsiz olmaktan ve hastalıklı bir şekilde evde yatıyor olmaktan nefret ediyordu. Kendini güçsüz hissetmek olgusundan sürekli kaçan ve uzak duran biri olarak, bunun gibi bir engel onu rahatsız ederdi. Sessizce Muhammed'i izlemeye devam etmişti.

Engelleyemediği hapşırma sesi bahçede yankı yapıyorken, ona bir yenisi daha eklenmişti. Seri halinde birkaç kez hapşırdıktan sonra artık kendisinin şifayı kapmış olduğundan emindi. Alerjisi olmadığından emin olduğuna göre bu onun için hastalığın işaretçisiydi çünkü peşpeşe hapşıran bir insan değildi.

Telefonuna düşen bildirim sesi ile bahçedeki masasının üzerine eğildi. Birkaç defa düşen bildirim sesiyle şifayı kaptığını bir kenara atıp, telefonunun kilit ekranından görünen mesajlara baktı.

Hepsi Miray'dan idi.


İmran yardım et.

GURONİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin