"Sevmenin anlamını seninle her gün yeniden öğreniyorum."
***
Elimi çeneme yaslamış halde televizyona bakan gözlerim dalgındı, sürekli yaşanan şeyleri düşünerek sakinleşmeye çalışıyordum. Kalbim benden habersiz hızlanırken dudağımın kenarını dişledim, Jongho resmen bütün ayarlarımla oynamıştı. Mantığım onunla bir geleceğimizin olamayacağını haykırırken, kalbim onun gözünden benim yüzünden düşecek gözyaşlarını kabullenemiyordu. Onu üzmek istemiyordum, ağlamasını istemiyordum. Benim ona en ufak pozitif davranışım mutlu olmasına yeterken, neden ilgisizliğimin bu kadar üzdüğünü düşünüp duruyordum ve kahretsin ki beni çok seviyordu. Hiçbir zaman böyle sevildiğimi hissetmemiştim, birisine aynı şekilde hissetmemiştim de. Mingi ve Yunho yanımda defalarca kez ağlamışlardı ama karşımda gözyaşlarını tutamadan bütün acısıyla karşımda savunmasız kalan Jongo canımı yakmıştı.
Onunla birlikte ağlayacak gibi olmuştum, kendimi son anda tutup ona gülümsemeyi neyse ki başarabilmiştim. Benim kendisinden emin olamayan düşüncelerim yüzünden acı çekmesini izlemek istemiyordum, o yüzden bu gece onu en çok mutlu eden kişi olacaktım. Onu sevmediğimi düşünüyordu, haklı olup olmadığından emin değildim. Aşk nedir bilmiyordum, hiç sorgulama ihtiyacı duymamıştım. Mingi ve Yunho çıkmaya başladıklarında da buna ilgi duymamış, onları kendi hallerine bırakmıştım ama Jongho'yu öylece görmezden gelemiyordum. Ailesini beklerken oturduğu yerden tüm yalnızlığıyla insanları izleyen, bir köşeden gözleri hep beni takip eden Jongho için de aynısını düşünüyordum.
Acısı neden bu kadar canımı yakıyordu bilmiyordum ama bu sefer mutluluğundan sevinç duymaya çalışacaktım.
"Hongjoong!" diyerek adımı seslenen annemle oturduğum yerde başımı ona çevirdim. Tezgâh kısmından ayrılan annem önlüğünü çıkartıp üzerini değiştirmişti, ailesinden kalan kafesini o kadar çok seviyordu ki onun benimle Jongho'nun doğum günü için verilecek doğum günü partisine gelmesini sağlamak neredeyse çok zor gerçekleşmişti. Babamı ikna etmem ondan da zor olmuştu; emekli bir polisle, kafesine bağımlı bir iş sahibini nasıl ikna ettiğim ayrı bir meseleydi.
"Anne," dedim hemen oturduğum yerden kalkarak. "Babam hazır mı?" Arkasından gelen babamla gülümsedim.
"Oğlumuz bizi sosyetinin düzenlediği partilere de davet etmeye başladıysa işimiz zor." Keten montunu kontrol ederken bana gülümsedi, benimle en çok gurur duyanın kendisi olduğunu biliyordum. "Gidelim, o zaman."
Birlikte kafenin ışıklarını kapatıp çıktığımızda Jongho'nun bizi almak için yolladığı siyah arabanın başındaki şoför kapısını araladı. Hepimiz nazikçe teşekkür ederek arabaya bindik, Jongho açıkça beni dinlemeden parti için her şeyi hazırladığını söylemişti. Onunla kavga ettikten sonra biraz aramış bozulmuş, acı çeken gülümsemesi yüzünden belirli bir süre ayrılmamıştı. Onunla konuşmaya çalıştığımda beni susturup konudan kaçmıştı, aslında buna tam olarak kaçmak denemezdi. Ertelemek demek daha doğruydu, muhtemelen doğum gününde sorun çıksın istemiyordu.
"Ne kadar alçakgönüllüler," dedi annem arabanın içini inceleyerek. "Her konuğu böyle getiriyorlarsa vay hallerine!"
Onunla birlikte söylediği şeye güldüğümde babam ona kızdı. "Nare! Onların nezaketine böyle saygısızlık edemeyiz."
"Ah," dedi annem dudaklarını büzerek. "Biraz dedikodudan zarar gelmez, Joon."
Babam başını iki yana sallayarak onu onaylamadı, babamın aksine aklımdakini direkt söyleyiverdim. "Hoyoung Hanım seninle kesinlikle çok iyi anlaşırdı, anne."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
UNFORGETTEBLE | SANHWA
FanfictionSan sanat okulunda okuyan normal bir üniversite öğrencisidir. Ana dalı müzik olmasına rağmen bir gün Drama dersi zorunlu hale getirilir. Ayrıca Drama dersine kendisinden yalnızca 2 yaş büyük bir profesör giriyordur. Hem son sınıf olmasının getirdiği...