"Gözlerim gökyüzünde arardı yıldızları; oysa biraz aşağıda sen onlardan daha parklak bir şekilde gülümserdin bana."
***
Sıkıntıdan, bunalmaktan, belki biraz da o evin havasından kaçmak için kendimi bulduğum parkta gezinirken nefesimi vererek durdum. Hava gri bulutlarla kaplı olduğundan karamsar düşüncelerim kendilerini belli etmekten çekinmiyordu. Her yerde Park Chain'in fotoğraflarının olduğu evde gezerken kaç kez ağlamamak için kendimi zor tuttuğumu bilmiyordum bile. Kahvaltı, akşam yemeği gibi toplu katıldığımız aktiviteler dışında profesörle San'ı görmek zaten imkânsızdı. Park Seonghwa onu yanın alıp hiç salmıyordu, sürekli birlikte vakit geçiriyorlardı. Kendimi Yeosang'la bir şeyler yapmak isterken bulduğumda da cesaret edemiyordum. Küçük bir köpek gibi bir yerlere sinme isteğime karşılık kendimi attığım park bile bana gülüyordu. Evden Kang Hansol'un aileye yaptığı kötülükleri düşünüp ağlamamak için kaçmıştım ama herkes burasının o büyülü park olduğunu bilirdi.
Somurtarak kumlarla dolu kısma doğru yürümeye başladım, dün annem gelip Yeosang'la bana kıyafet getirdiğinden beri düşünüyordum. Kang Hansol oğlunu ondan ayıranlardan birisi olduğumu biliyordu, Yeosang beni bu yüzden buraya getirmişti ama bilmediğim şeylerden birisi de ne kadar burada kalacağımızdı. Annem dün geldiğinde bana Yeosang'la birlikte savaşmam gerektiğini söyleyerek burada kalmama izin vermişti, açıkçası o benim küçük sırrımı bilen tek kişiydi. Kumların arasında kendi etrafımda dönerek alışkın olduğum dans hareketlerinden birisini yaptım, eğer kendimi hiçbir şey yaparken tekrar bulursam çıldıracaktım. Sıkılarak derin bir nefes aldım, gözlerim salıncağı bulduğunda hiç düşünmeden ona doğru ilerledim. Küçükken beni mutlu eden salıncağa çökerek oturdum, ayakkbılarım kumların arasında gezerken ellerimle zincirleri tuttum. Kendi kendime hafifçe sallanırken gözlerim kumların arasına kaydı, Yeosang'ın küçüklüğünü düşünerek gülümsedim.
Nazik, sürekli gülen bir çocuktu. Annemin söylediğine göre ilk adımımızı birlikte atmış, ilk kelimelerimizi bile yan yanayken söylemiştik. Abimden daha çok onunla takılırdım, her zaman birlikte oynardık. Zamanla Yeosang çocukken olduğundan daha mutsuz, daha tedirgin, daha stresli birisine dönüşmüştü. Onu mutlu gördüğüm nadir zamanlarda da hep yanımdaydı, üniversiteye başlayan kadar onun yanında kalıp mutlu etmeye çalışmıştım ama üniversiteye başladığında elimden hiçbir şey gelmemişti. Babasının gitmesini istediği bölüm yüzünden sürekli ders çalışmış, asla yeterince kendisine vakit ayıramamıştı. Üniversiteye başladığımız yıl özellikle zor geçmişti, boş vakti olmadığından onunla görüşememiştik bile. Bazen babasının kafasına bir kova geçirip hayata bakış açısının böyle olduğunu söylemek istiyordum, kendisinden başka hiçbir şeyi görmüyordu.
Küçüklüğünden beri onun tarafından sevilmek isteyen Yeosang'ı görmüyordu, annesini odaya kapattığı oğlunu ne kadar yalnız bıraktığını görmüyordu. Kang Hansol kendisi dışında her şeye karşı kördü, Yeosang'ı babasını sevdiği için suçlayamıyordum da. Sonuçta çocuklar aileleri tarafından sevilmek isterdi, onun için de aynısı geçerliydi. Yeosang tek başına kaldığında, babası iş gezisine gidip annesini odaya kapattığında her zaman yanımıza gelirdi. Onun bizim yanımızda kendisini daha huzurlu, daha mutlu hissettiğini biliyordum. Kang Hansol'un ona verdiği sevgiden fazlasını babamdan görmüştü, annesini göremediği zamanlarda annem ona sıkıca sarılmıştı. Yeosang'a kendi ailesinden, kendi ailemden bile daha yakındım. O ağlarken, gülerken, mutluyken ya da mutsuzken hep yanında olmuştum. Eğer babası onun değer verdiği, ona kendisinden daha fazla değer veren birisini hedef alacaksa kimi gözden çıkaracağını biliyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
UNFORGETTEBLE | SANHWA
FanfictionSan sanat okulunda okuyan normal bir üniversite öğrencisidir. Ana dalı müzik olmasına rağmen bir gün Drama dersi zorunlu hale getirilir. Ayrıca Drama dersine kendisinden yalnızca 2 yaş büyük bir profesör giriyordur. Hem son sınıf olmasının getirdiği...