"Fark etmediğimiz şeylerden oluşan bu hayatta, fark ettiklerimizle yaşıyorduk."
***
Dosyalarla dolu kollarım yürümemi zorlaştırırken masaya yaklaştığımda nefesimi verdim, neredeyse vaktimin çoğu ofisin tek bir katında geçiyordu çünkü Choi Hoyoung tam bir kontrol manyağıydı. Herkesin anlayan, her adımımızı tahmin eden birisiydi; ona bakınca aklıma doğal olarak Jongho geliyordu ve bu beni biraz üzüyordu. Dosyaları masaya bırakıp düzenlemeye başladım, birkaç tanesini kenara koyarken arkamdan bakan diğer ofis çalışanlarını hissedebiliyordum. Eskiden sadece Jongho'nun gözleri üzerimde olurdu, şimdi herkes beni izliyordu. Ne yapacağımı, onlarla nasıl iletişim kurmam gerektiğini bilmiyordum. Ofiste, genel olarak şirkette Jongho'nun benimle birlikte yönetime geçeceği konuşuluyordu. Nedense insanlar Jongho'nun şirketi tek başına yönetebileceğini unutuyor, onun şirkete olan nefretini görmezden geliyordu.
Yaklaşık beş gündür görmediğim Jongho beni üzüyor, hiç aramamasının yanı sıra onu burada görmemek canımı sıkıyordu. Yanımda olmasına, beni izlemesine, etrafımda dolaşmasına bu kadar alışmam resmen şanssızlıktı. Belki de haksızlıktı, emin değildim; birisinin varlığına ilk defa alışmış, onu olmadığı zamanlarda özler hale gelmiştim. Gözlerim kendisini durduramadan onu arıyor, bir köşeden çıkmasını bekliyordu. Annesi eğlence merkezinde, karaoke odasında benimle konuştuğundan beri görüşmüyorduk. Benimle Jongho konusunda konuşan annesi açıkça çekingenliğimi, Jongho'ya yaklaşımımı fark edip bana yardım edeceğini söylemişti. Bu yardımın içerisinde onun asistanı olmak ve Jongho'yu hiç görmemenin olacağını beklemiyordum tabii; beni en azından bir kere aramasını, mesaj atmasını beklesem de hiçbir şey yapmaması da canımı sıkıyordu.
Dosyalarla ilgilenmeye başlayarak Jongho'yu kafamdan atmaya kalkıştığımda gözlerim asansörün bulunduğu koridordan gelen iki kişiyle orayı buldu ve oradan ayrılamadı. Jongho buradaydı, yanında da Haru vardı. Gözlerimi kırpıştırarak birbirlerine bakarak gülmelerini izledim, Jongho bulunduğum tarafa hiç bakmadan annesinin odasına yönelirken arkalarından bir süre daha baktım. Şaşkınlığım yerini hafif bir sinire bırakırken dudaklarımı birbirine bastırarak gözlerimi kapattım, derin bir nefes alıp gözlerimi açtığımda çalan telefonumla dikkatim oraya yöneldi. Telefonumu alıp gelen aramaya baktım, Choi Hoyoung arıyordu, tabii ki de.
Cevapladım hemen. "Buyurun, efendim?"
"Hongjoong, bebeğim, iki bol şekerli kahve getirir misin?" diye sordu mutlulukla.
"Tabii ki de, hemen getiriyorum."
"Hızlı ol," diyerek aramayı kapattığında telefon ekranına çatık kaşlarla baktım. Jongho şekerden nefret ederdi, asla şekerli kahve içtiğini görmemiştim. Annesi de ondan farksızdı, bu durumda şekerli kahveyi seven kişi Haru muydu?
Dosyaları bırakıp kahve makinesine ilerledim, kısaca birisini şekerli bir şekilde hazırlarken Jongho'yu tanıdığımdan diğerine şeker katmadım. Annesinin emrini çiğnediğim için azar işitebilirdim ama gözümün önünde kahveye dokunmamasını izlemek istemiyordum. Ofisin diğer kısmına doğru elimde kahvelerle ilerlemeye başladığımda yine herkesin gözleri üzerime yöneldi, nedense insanlar Hoyoung Hanım'ın bizi cezalandırdığını düşünüyordu. Keşke olsa olsaydı diye düşünmeden edemedim, en azından bunun ne işe yaradığından emin olurdum ama oğluna karşı bir şey hissedip hissetmediğimi anlamaya çalışan Choi Hoyoung bir karmaşaydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
UNFORGETTEBLE | SANHWA
FanfictionSan sanat okulunda okuyan normal bir üniversite öğrencisidir. Ana dalı müzik olmasına rağmen bir gün Drama dersi zorunlu hale getirilir. Ayrıca Drama dersine kendisinden yalnızca 2 yaş büyük bir profesör giriyordur. Hem son sınıf olmasının getirdiği...