Suyun mermerle buluşma sesinin doldurduğu odada, bir köşede parmaklarının ucuna çıkarak perdenin kenarından dışarıya bakmaya çalışan çocuk ellerinden destek aldı. Gözleri uzaklara, ağacın altında oturup onu bekleyen diğer çocuğa kayarken mutfaktan gelen ani sesle ürktü ama gözleri ağacın altında oturan diğer çocuktan ayrılmadı. Odanın diğer köşesinde odayı, su sesini, mutfaktan gelen diğer sesleri hatırlmaya çalışan ben ise dikkatimi duvardaki saate vermeyi denedim. Öğlen saatiydi, tanıdık gelen saatin desenlerinde biraz daha gözlerimi gezdirdiğimde pencereden dışarıya bakan çocuğun gözlerini üzerimde hissettim. İçgüdülerimi dinleyerek ona baktığımda karşılaştığım üzgün gözleri içime işledi.
"Neden gidemiyorum?" diye sordu mutsuzluğu sesine de yansırken. "Neden yanına gidemiyorum?"
Etrafıma bakındım, içerisi normal bir eve benziyordu. Salonun mutfakla birleştiği kısımda televizyon vardı, açık değildi. Kimse yoktu, o çocuktan başka evde bir kişi bile yoktu. Sağ elimi saçlarıma geçirip "Dışarı mı çıkmak istiyorsun?" diye sordum. Sorusuna soruyla cevap vermemden hoşlanmamıştı.
"Sende onlar gibisin..." Gözleri pencereye kaydı. "Beni anlamıyorsun. Hiçbir zaman da anlamayacaksın."
Derdini anlamak için ona doğru bir adım attığımda başıma kötü bir ağrı girdi, başımdan aşağıya dökülen soğuk suyla gözlerimi irice açtım. Kırpışan gözlerim birkaç saniye etrafa sorgulayan bakışlar attı, o evde çocuğun yanında değildim. "Okula geç kalacağız senin yüzünden," diyerek elindeki bardağı çalışma masasına bırakan biricik oda arkadaşım da bunu anlamama yardımcı oluyordu.
Başımı yastığımdan çekerek yatağımda oturdum. Tişörtüm, saçlarım, yastığım ve yorganım ıslanmıştı. Ona ters bir bakış atarak isyan ettim. "Hey, seni serseri! İnsan böyle mi uyandırılır?" Bana aldırmadı bile, üzerine geçirdiği kazakla ilgileniyordu. Kazağın altına giydiği gömleğin yakalarını dışarıya çıkartarak bileğindeki saatini düzeltti. "Hey, Yunho! Beni biraz olsun dinler misin?"
"İşim var," diyerek beni hiç takmadı. Gözleri kısaca üstüme geldiğinde yandan bir gülüş dudaklarına yerleşti. "Sen de gidip duş alsan iyi olur. Böyle fazla şey..." Kelimeleri ağzında geveledi. "Şey görünüyorsun..."
Gözlerimi kısarak ona baktım. "Ben anladım, sen dayak istiyorsun."
Gülerek tamamen bana döndü. "Bebek bir Sumo güreşçisi gibi..."
Omuzlarım düşerken ima ettiği şeyle gözlerimi irileştirdim. "Hey, bu hiç hoş değildi! Ben seninle bu konuda dalga geçiyor muyum?"
"Hayır," dedi açıkça, sonra dudaklarını büzerek biraz düşündü. "Ama ben geçebiliyorum." Ciddi olup olmadığını anlamak için ona baktığım sırada beni hiç umursamadan saatine baktı. "Neyse, ben geç kalıyorum. Görüşürüz!" Ceketini yatağının üzerinden alıp yurt odasının kapısına yöneldi, gözlerim usanmadan onu izliyordu. Kapıyı açıp çıkacağı sırada göz kırparak bana öpücük yolladı, elimin yastığa kaymasıyla kapının kapanması bir oldu. Mutsuzlukla yastığıma sarılarak Yunho'ya içimden bildiğim tüm küfürleri saydım.
Gözlerim komedinin üzerindeki saate kaydığında mutsuzluğum iki katına çıktı, okula gitmek için sadece bir saatim kalmıştı. Yastığımı sinirle yatak başlığına fırlatarak yorganımı üzerimden attım; o lanet pislik beni biraz daha erken kaldırmayı düşünmemişti bile, kesinlikle sevgilisiyle buluşabilmek için erken kalmasına rağmen hem de. Bazen Yunho'dan güzel bir yoyo yapıp her yere fırlatmak istiyordum ama ondan yoyo yapsam yine duvardan sekip bana çarpardı. Arkadaşlığımız bu kadar basitti. Mutsuzluğumun üç katına çıkmasıyla kendimi önce banyoya attım, kısa ve tazeleyici bir duşun ardından saçlarımı kurutup güzelce taradım. Aynadan kendime bakıp gülümsedim; nasıl göründüğümü kontrol etmek istediğimde hep gülümserdim, böylece tablo ne kadar kötü olursa olsun görmek zorunda kalmazdım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
UNFORGETTEBLE | SANHWA
FanfictionSan sanat okulunda okuyan normal bir üniversite öğrencisidir. Ana dalı müzik olmasına rağmen bir gün Drama dersi zorunlu hale getirilir. Ayrıca Drama dersine kendisinden yalnızca 2 yaş büyük bir profesör giriyordur. Hem son sınıf olmasının getirdiği...