"Sadece bir şarkı çalsaydı hayallerimde, o şarkı da sen olsaydın bir kere."
***
Pişen etlerin sesini dinleyerek oturduğum yerden dışarıda gezen insanları izliyordum, hava giderek daha bulutlu bir hale gelmişti. Biraz yorgundum, profesör markete gidip geleceğine dair bir şeyler zırvalayıp gittiğinden beri etlerle ilgileniyordum. Epey sıkıldığımı fark ettiğimde cebimden telefonumu çıkartıp kamerasını açtım, yan çevirip bulutları çekmeye başladım. Binalar da göründüğünden mutsuzlukla telefonu sokağa indirdiğimde karşı kaldırımdan gelen profesörle karşılaştım. Gözlerim onun elinde tuttuğu poşetle yürüyüşünü izlerken aniden kameraya kaydığında nefesimi tuttum, nasıl bu kadar iyi görünebildiğini sorguladığım birkaç saniyenin ardından telefonumu kapatıp gelmesini beklemeye karar verdim. Beni getirdiği ufak restoranın kapısını açıp girdiğinde yüzüne yerleştirdiği güzel gülümsemeyi izleyerek oturduğum yerde dikleştim.
Masaya geldiğinde, "Çok bekletmedim, değil mi?" diye sordu. Başımı iki yana salladığımda elindeki poşetin içinden birkaç şey çıkardı. Dört paket almıştı, onu izlediğimi fark ettiğinde ikisini bana uzattı. Onun elinden alıp paketlere baktığımda yazan Marshmallow yazısıyla kaşlarımı havaya kaldırdım.
"Profesör, tatlı şeyleri sevdiğinizi bilmiyordum," diyerek onun mutlulukla açtığı paketi izledim.
Masaya konan çubuklardan bir tanesini alıp, "Eskiden yurt dışında kampa giderken her zaman paketlerce alıp yanımda götürürdüm," dedi. Paketin içinden ufak bir tanesini çıkartıp çubuğun ucuna yerleştirdi. "Barbekü denildiğinde nedense aklıma bu geldi." Çubuğu pişen etlerin biraz uzağına tuttu, onun yaptıklarını tekrarlayarak ben de ufak şekeri çubuğa yerleştirip etlerin biraz uzağında tuttum.
Öylesine sohbet etmek için soru sormaya karar verdim. "Yurt dışında okuduğunuzu bilmiyordum. Kaç yıl kaldınız?"
Omuzlarını silkti, dudaklarını kaplayan gülümsemesi birkaç saniyeliğine silinmişti. "On altı yıl."
Gözlerimin şaşkınlıkla irileşmesine engel olamadım. "On altı yıl mı?" Liseyi, hatta daha da öncesini bile yurt dışında geçirmesini tuhaf bulmuştum.
Gülümsemesi yüzünden tamamen silinirken çubuğu bırakıp pişen etleri benim yerime tabaklara koydu. "Evet, çocukluğumdan beri yurt dışındayım."
"Nerelere gittiniz?" diye sordum kendimi tutamadan.
Dudaklarını büzüp düşünmeye başladı, yine kendime engel olamadan onun tatlı olduğunu düşündüm. "Londra," dedi en sonunda sorumu cevaplayarak. "Paris, New York, Los Angeles, arada sırada da Chicago." Etlerden geri kalanını çevirip pişip pişmediklerini kontrol etti. "İtalya'da da Roma'ya gitmiştim, okul gezisi için."
Oldukça fazla yeri gezdiğini fark ettiğimde güldüm. "Ben de arada sırada ailemle Busan'a gidiyorum işte."
Dediğim şeyle gülmeye başladı, güldüğünde gözleri hafifçe kısılıyordu. Derin bir nefes alıp gülmeyi kestiğinde başını sallayarak çubuğu tutup ters çevirdi, ben de hemen onu takip ederek ters çevirdim. "Bu kadar komik olduğunu bilmiyordum," dedi gülmese de gülümsemesini dudaklarının arasına kondurarak.
Dudaklarımı büzdüm. "Aslında çoğu kişi depresyonda olduğumu söyler." Çubuğu tutan elimi gevşetip parmaklarımı gezdirdim. "Dışarıdan bakıldığında zombi gibi görünüyormuşum." Yunho'nun izlediğimiz her zombi filminde kayıp akrabalarımı bulduğumu söylemesi geldi aklıma, mutsuzlukla somurttum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
UNFORGETTEBLE | SANHWA
FanfictionSan sanat okulunda okuyan normal bir üniversite öğrencisidir. Ana dalı müzik olmasına rağmen bir gün Drama dersi zorunlu hale getirilir. Ayrıca Drama dersine kendisinden yalnızca 2 yaş büyük bir profesör giriyordur. Hem son sınıf olmasının getirdiği...