"Hayalkırıklıklarının yeri kalbim miydi gerçekten? Oysa hayaller gökyüzünde olmaz mıydı?"
***
Kendimi bulduğum karanlık öncekilerden çok daha derindi; kimi isterdi ki dünyası ışıldasın, kimi de kendi dünyasını gömerdi karanlığa. Bugün o karanlığa dalacaktım çünkü cevaplar oradaydı. Kaç gün geçmişti bu eve, evime dönmeyeli hatırlamıyordum. Ne zaman bu ev, bu kadar boğucu bir hale gelmişti anlamıyordum. Kapıda beni karşılayan annemle sarılsak bile bu buğulu hisse engel olamıyordum. Bütün hayatımın geçtiği ev bugün beni boğuyordu. Belki de doğduğum, büyüdüğüm bu evin taşıdığı anılardan kaynaklıydı. Babam için bir zaaf olmayı beklemiyordum mesela, ondan da olabilirdi. Sevgi, sevmek, sevilmek...
İhtiyacım olan her şeyi bana son anında iki kelimeyle ifade ettiği içindi belki de. Onu affedemiyordum.
Annem elindeki kahveyi bana uzattı. "Sıcak," dedi sakin bir sesle. "İyi gelir." Başımı çevirerek ona teşekkür ettim. "Cenaze yarın... Gitsem mi bilmiyorum ama sanırım ona bir veda borcum var."
"Senin ona nasıl bir borcun olabilir ki?" diye karşı çıktım anneme. "Seni on sekiz yıl bir odaya hapsetti anne. On sekiz yıl... Neden ona veda edesin ki?"
"Bu doğru," dedi camdan dışarı bakarak. "Beni hapsetti ama biliyor musun hiç yalnız bırakmadı. Hansol yanıma gelip bana seni anlatırdı. Ne yaptığını, ne başardığını, o gün neler yediğini..." Şaşkınlışım yüzüme yayılırken ne diyeceğimi bilemedim. "Onun seni koruma şekline hep karşı çıktım ama o senin böyle büyümeni istedi. Bana ya da babana bağlı olmadan, bir gün biz olmasak bile ayakta kalabilen birisi olmanı istedi."
"Başardı mı peki?" diye sorduğumda gözlerim doldu.
Annem bana bakarak gülümsedi. "Arkasında harika bir evlat bıraktı," dedi gururla. "Sevmeyi bilen, sevdiklerini koruyan, isterse her şeyi yapabilecek bir evlat... Yeosang asla olduğun kişiden pişman olma. Baban gibi olma. O..." Başını iki yana sallayarak daldı. "...aptal bir adam değildi. Sevmeyi bilmiyor da değildi. Sadece çok korkuyordu. Severse kaybedeceğini düşünüyordu. Çünkü sevdiği herkes öldü onun. Seni korumak için seni sevmekten vazgeçti."
"Değdi mi anne?" Sorumla gözyaşları ben engel olamadan dökülmeye başladı. "Buna değdi mi? Asla onunla bir baba oğul gibi sohbet edemedik. Beni sevdiğini bilmedim. Benimle gurur mu duydu, benden nefret mi etti emin olamadım. Bu nasıl babalık yapmak? Benimle oturup doğru düzgün hiç konuşmadı. Ben onun oğlu olarak hiçbir zaman var olmadım."
Derin bir nefes alarak elini omuzuma attı annem. "Gel," dedi gözleri gözlerimin içine bakarken. "Görmen gereken bir şey var."
Elini omuzumdan çekerek salonun çıkışına doğru yürüdü, elimde kahvemle onu takip ettim. Evin her tarafı babamın hatırasıyla dolu olduğu için kendimi çok tuhaf hissediyordum ama annem öyle görünmüyordu. Aksine onda rahatlamış bir insanın huzurunu görüyordum, sanki bu anın geleceğini biliyormuş gibiydi. Emin olamadığım için onu üst kata kadar takip etmekle yetindim. Babamın ofisine yürürken kendimi rahatsız hissettim, çalışma odasını daha çok ofisi gibi kullanıp asla o odadan çıkmazdı bile. Babam bir işkolik miydi? Sanmıyordum ama şimdi düşününce onu en çok bu odada görüyordum.
Annem kapıyı açıp içeri geçmem için kenara çekildi. İçerisi temizdi, babamın son bıraktığı gibiydi. Topluydu, sanki hiç çalışılmamış gibiydi. Normalde masanın üstünde yığılı olnası gereken dosyalar ve kâğıt yığını orada değildi. Annem arkamdan gelip kapıyı kapattığında ne olduğunu anlamadan ona baktım. "Otur," dedi babamın sandalyesini göstererek. Başımı iki yana salladım reddetmek için ama beni dinlemedi. "Otur Yeosang!" Mecburen onun dediğini yaparak masaya yöneldim, kendimi tuhaf hissederken sandalyesine dokundum. Ne yapacağımı bilemiyordum, her şey çok zor geliyordu. Yutkunarak sandalyeyi çekip oturdum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
UNFORGETTEBLE | SANHWA
FanfictionSan sanat okulunda okuyan normal bir üniversite öğrencisidir. Ana dalı müzik olmasına rağmen bir gün Drama dersi zorunlu hale getirilir. Ayrıca Drama dersine kendisinden yalnızca 2 yaş büyük bir profesör giriyordur. Hem son sınıf olmasının getirdiği...