"Geri dönemek bazen gitmekten daha zor olurdu."
***
Sinirle ellerimi saçlarımdan geçirdiğimde arkamdan gelen Wooyoung'u fark ettim, önümde durup ellerini dizlerine yaslayarak soluklandı. "Ne yapacaksın?" diye sordu korkuyla. "Yeosang sana soruyorum!"
"Biliyorum," dedim kaldırım taşlarına bakarak. Aklıma babamla bir anımız gelirken ellerim titredi, küçükken kaldırımda yürürken oynadığım oyunları izleyip gülerdi.
Bir defasında bana doğru eğilip, "Eğer kaldırımları bu kadar çok seviyorsan evin bahçesine de yaptırabilirim," demişti. Hiç düşünmeden evet dediğim için evin bahçesiyle kapısının arası kaldırım gibi döşenmişti, arka bahçesinde de gidiş yolları aynıydı. Henüz Park Chain ölmemiş, annem hapsedilmemişti. Dört yaşındaydım, dört yaşımdan hatırladığım tek anıydı. Annem ilk odaya kapatıldığında saatlerce ağlamış, babama yalvarmıştım; beni kendisiyle yalnız bırakmayı seçtiği gibi, benimle ilgilenmemeye de o zamanlarda başlamıştı. Her şeyi değiştiren neydi? Evin bahçesine kaldırımlar döşeyen adam nereye kaybolmuştu? Bazen bana gülümseyen, saçlarımı okşamasa da elini tutmak istediğimde izin veren adama ne olmuştu?
"Onunla konuşmam lazım," dediğimde ellerini dizlerinden çekip kollarıma yerleştirdi.
"Olmaz!" dedi isyan ederek. "Seninle konuşmaz! Yeosang! Seni getirdiği hale bir bak!"
Gülümseyerek ellerimi yüzüne yerleştirdim. "Sen söyledin, içerde... Bana artık daha ne yapabilir ki?"
Gözleri dolarken başını sallayıp bana sıkıca sarıldı, kollarımı ona dolamama izin vermeden uzaklaştığında şaşkınlıkla ona baktım. "Beni ara ama tamam mı? Ne olduysa bilmek istiyorum, atlamak yok."
"Tamam," dediğimde başını sallayarak telefonunu çıkardı. Bir numarayı arayıp telefonu kulağına yasladı. "Evet, ben Wooyoung. Aptallaşma! Sana bir adres vereceğim, Yeosang'ı babasının şirketine götürüp aynı adrese geri getireceksin. Anneme de söyle! Aptal mısın? Dediğimi yap!" Telefonu kulağından çekip biraz daha uğraştı, mesaj attığını anlarken ekranı kapatıp telefonunu cebine koymasını izledim.
"Teşekkür ederim," dediğimde bana dönüp gülümsedi.
"Sevgililer ne için vardır!" dedi alayla, eskiden bana yardım ettiğinde hep arkadaşlar ne için vardır derdi.
"Wooyoung," dediğimde gözleri gözlerimi buldu. "Sen gerçekten benim ailemsin. Seni çok seviyorum."
Dudakları büzüşürken dayanamayıp bana koşup sarıldı, kollarımı ona dolayarak sıkıca sarılışına karşılık verdiğimde başını başıma yasladı. "Bende seni çok seviyorum, aptal!"
Başını başıma vurup benden ayrıldığında gözlerimin içine baktı. "Yalnız bekleme diye burada kalacağım." Gülümsediğimde belimdeki elini elime indirip sıkıca tuttu, birlikte arabanın gelmesini beklerken saçma şeylerden bahsettik. Lise anılarımızdan, çocukluk anılarımızdan konuştuk. Sinirimizi bozan öğretmenlerden, Wooyoung'un her matematik sınavında ağlayışlarından bahsederken bütün moralim düzelmiş gibiydi. Aklımdan çıkmayan babamı düşünmeden geçirdiğim kısa süre siyah arabanın evin önünde durmasıyla dağıldı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
UNFORGETTEBLE | SANHWA
FanfictionSan sanat okulunda okuyan normal bir üniversite öğrencisidir. Ana dalı müzik olmasına rağmen bir gün Drama dersi zorunlu hale getirilir. Ayrıca Drama dersine kendisinden yalnızca 2 yaş büyük bir profesör giriyordur. Hem son sınıf olmasının getirdiği...