37. BÖLÜM: "DARKNESS"

193 23 63
                                    

"Her insanın kalbinde saklanan karanlık bir gün orayı ele geçirir, duyguların sizi sessizce terk etmesini sağlardı ve insanlar bu sessizliğe, hissizliğe delilik adını verirdi."

***

Yağmur damlaları yere düşerken çıkardığı sesi dinliyordum, yere düşüşlerini izlemek rahatlatmaktan çok üzüyordu. Böyle yağmurlu bir günde Seonghwa'ya veda etmeyi kararlaştırdığımdandı belki de, bugün terk etmek üzerine olan oyunumuza odaklanırken evebeynleri tarafından yarım bırakılan çocuklardan bahsetmiştik. Replikleri, yer alacak olayları konuşurken terk etmek bana uzak gelmemişti çünkü ailesi tarafından terk edilen, yalnız bırakılan bir çocuğu işleyeceğimiz oyun bizden bağımsızdı. Aklıma Park Chain gelirken gözlerimi kapatıp yağmur damlalarının sesini dinledim, Seonghwa'nın okula geldiği ilk gün bana söyledikleri aklıma gelirken yağmura doğru bir adım attım. Alnımdan aşağıya sürüklenen her damla biraz daha iyi hissettirirken tamamen yağmurun altında kaldım, aynı beni beklerken soğuğa aldırmadan yağmurun altında kalan Seonghwa gibi.

Gözyaşlarım yanaklarımdan akarken kendimi sarsılmış hissettim, şimdi onunla sevgili olmamız bana hayal gibi geliyordu. Yüzüne bakarak ona söylediğim acımasız sözleri kim geri alacaktı? Onu artık sevmediğimi söylediğimde yüzünde beliren hayal kırıklığını kim silecekti? Bana inanmayıp sarılmaya çalıştığında onu itmek zorunda kaldığım ani kim durduracaktı? Gözlerinden akan yaşları kim yok edecekti? Onu bu kadar üzmem, yalnız bırakmam, annesinin arkasından terk etmem, babasından uzakta yaşamasına rağmen iyi olacağına inanmam... Hansol belası olmasaydı onunla olmak için her şeyi verirdim ama çocuktum, aldığım kararlar ailemi de etkileyecekti ve Seonghwa'yı ölmesini istemeyecek kadar çok seviyordum.

Gitmesine izin verecek kadar çok seviyordum onu.

Şimdi elimi tutuyordu, Hansol'a karşı onun yanındaydım belki ama geçmişte onu nasıl incittiğimi unutamıyordum. Gözlerimden akan yaşlar hızla düşerken yanaklarımda hissettiğim sıcak dokunuşla gözlerimi araladım. "Ne yapıyorsun?" diye sorarak beni azarlayan Park Seonghwa'yla gülümsedim. Damlalar ikimizi de sırılsıklam ederken etrafına bakınarak ellerini yüzümden çekti, eli bileğimi bulurken beni okulun otopark kısmına sürükledi ama yolda ıslanmaya devam ettiğimizden damlaların çensinden düşüşünü izledim. Tanrı onu yaratırken ne düşünmüştü acaba? Bu kadar güzel, zarif, hassas olması normal miydi?

Arabasının yanına geldiğimizde kilidini açıp kapıyı araladı ve içeriye oturmam için bekledi, gözlerim onu bulurken durdum. "Seomghwa," dediğimde gözleri gözlerimi buldu. "Özür dilerim."

"Neden özür diliyorsun?" diye sordu şaşkınlıkla.

"Benim yüzümden ıslandın," dedim üzerine bakarak.

Şefkatli bir gülümseme dudaklarının arasına yerleşti. "İçeri gir hadi, hastalanacaksın." Ama o hastalanmıştı, benim elimden hiçbir şey gelmediği için.

Gözlerim dolarken birkaç damlanın düşmesine izin vererek arabaya bindim, kapıyı kapatıp arabanın etrafından dolanıp sürücü tarafına geçti. Kendi kapısını açıp binerken üşümememiz için hemen ısıtıcıyı açtı, düşünceli tavrı beni etkilerken dudaklarımı yalayarak cama düşen damlaları izledim. Seonghwa arabayı çalıştırdığında o söylemeden emniyet kemerimi takıp başımı koltuğa yaslayarak yağmurdan ayırmadım gözlerimi. Sevgi hak edilen bir şey miydi? Bunu merak ediyordum, sevgiyi hak etmek mi gerekiyordu?

UNFORGETTEBLE | SANHWAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin