"Dönüp duran düşünceler zamanda asılı kaldı, neydi zihnimin beni içine çekip yok ettiği bu karadelik?"
***
Sırtımı yasladığım yatak başlığında koridordan gelen ışığı izleyen gözlerim odaya yansıyan gölgeleri takip etti, Seonghwa'nın odası onsuz çok boş gözüküyordu. Başımı eğip kendime doğru çektiğim dizlerimdeki ellerimi oynattım, canım yanarken aklıma gelen Park Chain'le gözlerimi kapattım. Sadece ona hiçbir şey olmayacağını bilmem gerekiyordu, iyi olduğundan emindim ama iyi kalacağından hiç değildim. Kang Hansol'u tam olarak tanımıyordum, hiçbirimiz tanımıyorduk. Yeosang'la konuşmama rağmen kendimi iyi hissetmiyordum, yarın sabah ek destek alacağımızı söyleyen Yeonhwa Ajusshi'ye rağmen kendimi rahat hissetmiyordum. Yeonah noona açıkça polisten yardım alırsak Hansol'un fark edeceğini, polis merkezi içinde casusu olmasa bu kadar rahat olmayacağını söylemişti.
Düşüncelerim karışırken odasından çıkan Seojun Ajusshi dikkatimi çekti, merdivenlerin başına kadar yürüyüp durdu. "Hâlâ uyumadın mı?" diye sorduğunda başımı iki yana salladım. Saat gece yarısı dörde geliyordu, kendimi uyumaya zorlasam da elimden hiçbir şey gelmiyordu. İç çekerek odaya yaklaşıp kapıda durdu. "Seonghwa için güçlü olmalıyız."
"Biliyorum," dedim kendimi toparlamaya çalışarak. "Ben su içeceğim." Bacaklarımı yataktan uzatıp ayağa kalktığımda anlayışla gülümseyip başını salladı, ben kapıya doğru yürürken yol verip çalışma odasına döndü. "Sen neden uyumadın?"
Sorumla durup bana baktı. "Chain öldüğünde Seonghwa üç gün boyunca hiç uyumadı," dedi o zamanları hatırlayarak. Cenazesi dört gün kadar bekletilmişti, otopsi sonucu vücudu delik deşik olduğundan geç çıkmıştı. Yutkunarak başımı salladım. "O uyumayınca... Ben de uyuyamadım. Bekledim bütün gece başında. Ne ona kitapları okumamı istedi, ne de oyuncaklarını getirmemi. Oğlumu ilk defa bir çocuk gibi göremedim. Korkmuştu, acı çekiyordu, annesini kaybetmişti ama ağlamıyordu, San. Hiç önümde ağlamadı."
Elini omuzuma yerleştirdiğinde, "Biliyorum," dedim sabahları gelip yanlarında olduğumdan. Hizmetçiler hep Seonghwa'nın uyumadığından, ağlamadığından, perişan olduğundan bahsediyorlardı.
"Ben şimdi ne yapacağım?" diye sorduğunda ne diyeceğimi bilemedi. "Oğlumu da kaybedemem. İşte sırf bu yüzden uyumayacağım ama ağlamayacağım da. Seonghwa Hansol'un sandığından çok daha güçlü."
Başımı sallayarak onu onayladım. "Her zaman öyleydi."
"Onun için..." dediğinde onu tekrarladım.
"Onun için..."
Omuzumdan elini çekip çalışma odasına girdiğinde yavaş adımlarla merdivenden inmeye başladım, o zamanlarda ben de geceleri kâbuslar görerek uyandığımdan uyumaya korkar olmuştum. Gözlerimi kapattığımda Seonghwa'nın artık ona cevap vermeyecek annesini sarsan elleri, ağlayışı, ona sarıldığımdaki çaresizliği geliyordu. Kanlar içinde yere yığılan iki kadının cesedini görmek, ikisinin de ölümüne şahit olmak bir yana Seonghwa'nın yıkılışını görmek beni de mahvetmişti. Dik durup asla başını eğmeyen, her zorluğa göğüs geren Park Chain ölmüştü. Onu korumak için ölmeyi göze alan, korkusuz Kim Jiah ölmüştü. Asla unutamayacağım bu isim bir kenara, Seonghwa ölürse ne yapacağımı bilmiyordum. Delirirdim herhalde, kendimi kaybederdim. Onsuzluk nasıl biliyordum, sonsuza dek onsuz kalmaktansa kendimi öldürürdüm.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
UNFORGETTEBLE | SANHWA
FanfictionSan sanat okulunda okuyan normal bir üniversite öğrencisidir. Ana dalı müzik olmasına rağmen bir gün Drama dersi zorunlu hale getirilir. Ayrıca Drama dersine kendisinden yalnızca 2 yaş büyük bir profesör giriyordur. Hem son sınıf olmasının getirdiği...