32. BÖLÜM: "NOTICE"

136 27 20
                                    

"Kendini kaybetmek, her şeyi kaybetmek demek miydi? Yoksa her şeyi kaybetmek, kendini kaybetmek demek miydi?"

***

Toplantı bittiğinden beri gerginlikle kendisini sakinleştirmeye çalışan babamın benimle konuşmak istediğini öğrendiğimde San'la diğerlerini performans salonuna göndermiştim. Endişeli bir şekilde etrafta yürüyen, yapacağı konuşmaya odaklanmış babamı izleyerek biraz zaman kaybettim. Hansol'un her adımını tahmin etmek neden bu kadar zordu anlayamıyordum, sanki yaptığımız her şeyi izleyerek karar veriyormuş gibiydi; bir adımımız, onun iki adıma eşitti. Asla ona karşı öne geçmiş hissiyatı taşıyamıyordum, kendisini gizlemeyi başarıyordu. Annem onunla savaşırken nasıl hamleler yapmıştı merak ediyordum, belki de annemin onunla yaptığı her kavganın sonunda kazananın kim olduğunu bilmediğim için de bu merak her zaman benimleydi. Yeosang babasıyla ilgili konuştuğunda genelde uzak davrandığı için onunla da konuşamıyordum zaten.

Dudağımın kenarını ısırıp babamın dikkatini çekecek bir noktaya geldiğimde beni görüp durdu, yanıma hızla gelerek ellerini omuzuma yerleştirdi ve gururla gülümsedi. "Endişelenmene gerek yok," dedi rahatlatıcı bir sesle. "Okul atılmanıza ya da uzaklaştırılmanıza gerek olmadığı kararına vardı. Tabii, eğer okulda sınırları geçmiş olsaydınız durumlar farklı olurdu ama..."

Düşüncelerim San'a kayarken onun yanında olmak istedim, başımı sallayarak babamı onayladım. "Beni sadece bunun içim mi çağırdın?"

Başını iki yana sallayarak etrafına bakındı. "Bu haftasonu önemli bir derneğin ödül gecesine katıldık," dedi dalgın bir şekilde. "Annen eskiden o dernekte çalışırdı, çok sevilen bir üyesiydi ve..." Derin bir nefes alarak dalgın bakan gözlerini gözlerimden çekti. "...Hansol da orada olacak. Beni yalnız bırakmayın diyecektim."

Gülümseyerek başımı salladım. "Bırakmam."

Başını sallayarak ellerini omuzumdan çekti, kendimi bomboş hissederken arkamı dönüp oradan uzaklaştım. Performans salonunun arka tarafına açılan kapının önüne geldiğimde nefes alarak koridora çıktım, üzerimden atamadığım gerginliği gülümsememle örttüm. İçeriye giren birkaç öğrenci bana baktığında gözlerinde şüpheli bir şeyler gördüm, kendime gelerek performans salonunun açık kapısından içeriye girdiğimde herkesin gözlerini üzerimde hissettim. Başımı dikleştirerek sert bir ifadeyle gözlerimi önüme çevirdim, beni devirebileceklerini sanıyorlarsa yanılıyorlardı. Kendimden emin bir gülümsemeyle hiç duraksamadan yerime yaklaşana kadar yürüyüp oturdum, ellerimi birbirine kenetleyerek yanımda sohbet etmekten çekinen öğretmenlerin kaçamak bakışlarını umursamadan babamı bekledim.

Instagram, Twitter gibi sosyal medya ortamlarında ortalık birbirine girmişti. Destekleyen hayranlarım, destekleyen hayranım olmayan insanlar ve desteklemeyen hayranlarım, desteklemeyen hayranım olmayan insanlar arasında resmen savaş çıkmıştı. Çok yakışıklı olduğumdan dem vuran, San'a laf atanlar da dâhil olmak üzere boş verdiğim yorumların çoğunu bir kenara bırakmaya çalışmıştım. San'ın beni çekerek attığı gönderi beni yumuşatmaya yeterken altına onu sevdiğimi söyleyen küçük bir yorum bırakmıştım. Onun nefret alması hoşuma gitmese de San'ın tuhaf bir şekilde bu konuda rahat davranması ilgimi çekmişti, çok küçük bir yaştan beri sektörde çalıştığım için insanların her konuda bizi eleştirmeye kendilerinde hak bulmalarına şaşırmıyordum. Beni şaşırtan şeyler değildi bunlar, onları umursamadığım gibi varlıklarına da alışmıştım. Nefret bir süre sonra peşinize bırakmadığında sevgiden daha çabuk alışılıyordu.

UNFORGETTEBLE | SANHWAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin