"Ellerimden tutan ellerin nazikçe beni sürüklediğinde mutluydum. Oysa ellerin ellerimi bıraktığında düştüğüm karanlık bile seninle doluydu."
***
Çizim defterimi karıştırarak çıktığım sınıf biraz gürültülüydü, bugünün son dersini de bitirmek beni rahatlatmaya yetmiyordu. Dünden beri Seonghwa'yla karşılaşamamıştım, üstelik hâlâ bende telefon numarasının olmaması gibi tuhaf bir durum söz konusuydu. İkimiz de birbirimize telefon numarası konusunu açmıyorduk, ayrıca numarası olsaydı onu nasıl kaydedeceğimi de bilmiyordum. Profesör Park Seonghwa? SeongSeong? İkisi de kulağa kötü geliyordu, kendi kendime bulduğum isimlerden hoşlanmamıştım. Defterimi kapatarak dolabıma doğru ilerledim, Yunho'nun kendi dolabıyla uğraşırken gördüğümde dün gece çok geç geldiğinden onunla konuşamadığımı hatırlayarak arkasında durdum. Defterle omuzuna vurduğumda irkilerek arkasını döndü, beni gördüğünde rahatlasa da yüzünde tuhaf bir mutsuzluk vardı.
"Ne oldu?" diye sordum tamamen alaycılıktan uzak bir ciddiyetle. "Mutlu Yunho'yu öldürdün de, mutsuz Yunho'yla cenazesine mi katılıyorsunuz?" Bana yaptığı espriyi sonuna kadar kullandığımı fark ettiğinde gözlerini devirdi.
"Hayır." Dolabını kapatarak yan dönerek omuzuyla yaslandı, onu umursamadan dolabımın kilidini açarak çizim defterimi yerleştirdim. "Jongho her zamanki gibi peşimde dolanıyor."
Ona anlamadığı belirten yandan bir bakış atarak omuzlarımı silktim. "Ne olmuş yani? Bence kötü birisine benzemiyor." Duraksayarak Yunho'ya döndüm. "Ama cidden fazla sinsi değil mi?"
Yunho gülerek sırtını dolabına yaslayarak yandan bana baktı. "San, San, San..." dedi ismimden tekerleme oluşturarak. "Onun ne kadar kötü olabileceğini bilmiyorsun."
"Çünkü anlatmıyorsun," diyerek onu suçladığımda dolabına yaslanmayı kesti. Dolabımı toparlayarak kapağını kapattım.
"Haklısın," dedi kendi kendisine konuşuyormuş gibi. "Anlatacağım ama..." Gözleri arkamda bir noktaya odaklandığında dudakları kıvrıldı, yüzüne yerleşen imalı gülümsemeye tamamen bıkkın bir tavırla karşılık verdim. "Sanırım senin ilgilenmen gereken başka bir şey var." Kaşlarımı çatarak arkama döndüğümde duvara yaslanarak beni izleyen Seonghwa'yla karşılaştım, yüzünde öyle güzel bir ifadeyle beni izliyordu ki ona bakmaktan kendimi alamıyordum.
"Yunho," dediğimde mırıldanarak cevap verdi. "Ben gidiyorum."
Bunu bekliyormuş gibi beni arkamdan ittiğinde ona kısa bir bakış attım, yüzünde desteklediğini belirten gülümsemesiyle, "Git," dedi. Bende gülümseyerek dolabımı kilitleyip Seonghwa'ya doğru yürümeye başladım, benim geldiğimi gördüğünde duvara yaslanmayı kesti.
Yanına geldiğimde elini bana doğru uzattı, eline şaşkın bir şekilde bakarak öylece karşısında durdum. "Hadi, gel," dedi bileğimden tutarak. Beni yanına çekerek bileğimi bıraktı, birlikte koridorda yürümeye başladığımızda birkaç öğrencinin Seonghwa'ya bakarak fısıldadığını gördüm. Seonghwa onları umursamadan başını çevirip gözlerini üzerime sabitledi. "Yarın size dersim var ve seninle hiç konunu çalışmadık. Hâlâ nasıl bir oyun sergilememiz gerketiğini bilmiyoruz."
Onun beni bu yüzden yanında götürüyor olmasına üzülsem de hiç belli etmeden gülümsedim. "Haklısınız, Profesör," dedim okulda olduğumuz için. Gülerek benimle birlikte tiyatro salonu olan drama dersliğinin önünde durdu. Kapılarını açarak önden içeri girdiğinde onu takip ettim, benim girmemle kapıyı kapatıp dersliğin ışıklarını yaktı. Kimse olmadan hem sessiz, hem de güzel bir görüntüsü vardı. Durup onu izlediğimde yanımdan geçerek sahneye yöneldi, sanki onun hiç normal bir şeymiş gibi sahneye çıktığında oraya gerçekten yakıştığını düşünmeden edemedim. Sahnenin kenarındaki masasının önünde durup bana döndüğünde ne yapmam gerektiğini bilemedim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
UNFORGETTEBLE | SANHWA
FanfictionSan sanat okulunda okuyan normal bir üniversite öğrencisidir. Ana dalı müzik olmasına rağmen bir gün Drama dersi zorunlu hale getirilir. Ayrıca Drama dersine kendisinden yalnızca 2 yaş büyük bir profesör giriyordur. Hem son sınıf olmasının getirdiği...