"Yapmakla yapmamak arasında bocalayan zihnimde parçalanan tablo kime aitti?"
***
Ellerimize bakarak başını omuzuma yaslayan Seonghwa'yı izledim, dalgındı. Her zaman mutsuz olan kişi ben olurdum, Seonghwa da benim aksime mutluluk virüsü gibi etrafta dolaşırdı ama kafası çok dağınık görünüyordu. Mutsuzluğunun sebebini çok iyi biliyordum, Yeosang ne olursa olsun babasını savunuyordu ve ona zarar gelmesini istemiyordu, Seonghwa da bunu haklı buluyor olmalıydı. Wooyoung bizim aksimize neden Yeosang'ın böyle davrandığını daha iyi anlıyordu, sonuçta bebekliklerinden beri birlikte olduklarından birbirlerini anlıyorlardı. Diğer elim Seonghwa'nın saçlarında gezinirken gözlerim onu izledi, sessizliğini. Nedense Seonghwa'nın Kang Hansol'a konu gelince aşırı sakin kalmasının altında bir sebep yatıyor gibi gelirdi bana, şimdi de aynı şeyi düşünsem bile ona soramıyordum.
Çalan telefon sesiyle Seonghwa benden ayrılıp masaya bıraktığı telefonu aldı, ekranda yazan Yeosang yazısıyla dikleştim. Seonghwa cevaplayıp telefonu kulağına yasladı. "Ne oldu? Ne? Babanla mı konuştun?" Aniden konunun geldiği noktayla dikkat kesildim. "Yeosang sana ne diyebilirim ki? Hayır, öyle değil... Nasıl yani? Nasıl kendisine hiçbir şey olmayacağından bu kadar emin olabilir? Anladım." Başını sallayarak koltukta arkasına yaslandı. "Ne yapmak istiyorsun? Ben mi? Ne istediğim belli, bu bilgiyi kullanmalıyız. Hyunjae denen adam umurumda bile değil. Neden? Ne dedin? Anlamıyorum."
Elini sıkıca tuttuğumda gözleri beni buldu. "Sakin ol," dedim dikkatini çektiğimi anladığımda.
Dudaklarını büzerek Yeosang'ı dinledi. "Ne yapmak istiyorsun? Neden şimdi değil? Tamam, anladım. Neredesin şimdi? Hayır. Efendim? Bilmiyorum ama bence ne istediyse annemden de alamamış olmalı. Aptal olmayan herkes annemin ona istediğini vermediğini anlar. Ondan bir şey istiyordu, bu yüzden öldürmedi ve istediğini alamayacağını anladığında da..." Gözleri acıyla kısıldığında ne yapacağımı şaşırdım, üzülmesini istemiyordum. "Onu da bilmiyorum ama baban... Nasıl desem... Fazla uyanık, hiçbir şeyi kaçırmıyor. İstediğinin ne olduğunu öğrenmeliyiz. Şu anlık bilmiyorum ama düşüneceğim. Evet. Görüşürüz."
Telefonu kapatıp masaya bıraktığında, "Ne olmuş?" diye sordum merakla.
Bana dönerek tekrar başını omuzuma yasladı. "Hansol eğer hırsızlık olayını ortaya çıkartırsak ona hiçbir şey olmayacağını söylemiş."
"Ne Nasıl?"
Arka arkaya gelen sorularımla başını kaldırıp gözlerimin içine baktı. "Sen hiç..." Duraksadı, konuşmaya devam etmek iste iyor gibiydi. "...annemi özledin mi?"
Gözlerinin dolmasıyla aynı anda gözlerim doldu. "Tabii ki de," dedim asla reddetmeden. "Her zaman özlüyorum."
"Ben onu hatırlamıyorum bile," dedi kendi kendisine söylüyormuş gibi. "Çok az şey var, çok az... Hepsi seninle dolu, onunla dolu ama net değil. Net olan tek an ölümü... Gözlerimin önünden hiç gitmiyor."
Kollarımı ona dolayarak sıkıca sarıldım, hıçkırarak ağlamaya başladığında başımı başına yaslayıp saçlarının arasına gömüldüm. "Onu senin böyle acı çekmeni istemezdi."
"Ne yapabilirim?" diye sordu acıyla. "Her gece rüyama girerdi. Her gece onu kaybederdim. Tekrar, tekrar..." Saçlarını okşayarak sakinleşmesine yardım etmeye çalıştım. "Sadece sen onu unutmamı sağlıyordun ama sen de yanımda yoktun. Biliyor musun? Kendimi ne zaman yalnız hissetsem Merhaba'yı okudum. Seni yanımda istedim, yoktun. Onu okuyunca yanımdaymışsın gibi hissettirirdi."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
UNFORGETTEBLE | SANHWA
FanfictionSan sanat okulunda okuyan normal bir üniversite öğrencisidir. Ana dalı müzik olmasına rağmen bir gün Drama dersi zorunlu hale getirilir. Ayrıca Drama dersine kendisinden yalnızca 2 yaş büyük bir profesör giriyordur. Hem son sınıf olmasının getirdiği...