2. BÖLÜM: "QUESTION"

455 66 70
                                    

"Gün doğumunu izlemek için sebep yaratan bir insan olmak yerine, gün batımını bekleyen bir insan olmamı sağlayan neydi?"

***

Koridorda attığım kaçıncı adımdı bilmiyordum bile, onunla konuşmam gerektiğini biliyordum ama hey, cesaretim nereye kaybolmuştu hiç bilmiyordum. Oturup ağlama isteğime karşı gelerek kapıya doğru adım attım, alt tarafı ona fikir soracaktım; her zaman yapardım, gidip profesörlerime fikirlerini sorardım. Farkı yoktu, sadece kendimi ikna edemiyordum. Derin bir nefes alarak tekrar denedim ve elimi kaldırıp kapıya vurmaya hazırlandım ama aniden açılan kapı tamamen hazırlıksız yakalanmama neden oldu. Kapının önünde donup kaldığımı o boğazını temizlediğinde anladım, elim havada öylece kapının önünde dikiliyordum. Aptal San diyerek kendime söylendim ve kapının önünden çekilerek elimi indirdim.

"Bir sorun mu vardı?" diye sordu gülümseyerek.

Gülümsemesine takıldığımdan kelimeleri ağzımda geveledim. "Ben... Şey..."

"Evet?" dedi sorarcasına, başını öne doğru hafifçe eğmişti. Yine tutuklu kaldığımdan sorusu havada kaldı. "Evet?" Cevap vermediğimi görünce sorusunu yeniledi.

"Umarım otoparkı bulmuşsunuzdur," dedim tamamen saçmalayarak. Dediğime gülerek elini omuzuma yerleştirdi, nedensizce heyecanlandığımı hissettim.

"Ah, evet, buldum." Gözleri gözlerimi bulduğunda, "Sayende," diye de ekledi.

Gülümsemeye çalışarak, "Aslında..." dedim, kendimi ifade etmekte zorlanıyordum. "Size dersle ilgili sormam gereken önemli bir şey var. Sorun olmazsa..."

"Neden sorun olsun?" diye sordu mutlulukla. Neden mutlu olduğunu çözememiştim ama benim çözmeme de izin vermemişti zaten. Omuzumdan tuttuğu elini sıkılaştırarak beni odasına çekiştirdi, onunla birlikte odaya girdiğimde sıradan bir ofise benzemesi dikkatimi çekti. Masa, sandalyeler, dosya dolapları... Tek fark etrafa konan kolilerdi, odaya daha yerleşmediği çok belliydi. "Etraf biraz dağınık ama..." dedi eli omuzumu bırakırken. Omuzumda hissettiğim boşlukla kendime sövmek istedim, hiç hoş değildi bu hissettiklerim. Kapıyı kapatarak masasına doğru ilerleyen bu genç profesör neden bu kadar çarpıcıydı ki?

"Ah..." dedim mırıldanarak. "Sorun değil."

Sorusuna ve odanın dağınıklığına yeni cevap verdiğimi fark ettiğinde güldü, ceketini odanın köşesine yerleştirdiği askılığa astı ve not defteriyle gözlüğünü masasına yerleştirdi. Oda loş ışıkla aydınlanıyordu, pencere yoktu; bütün mobilyalar kahverengiyle siyah tonlarındaydı. Tahta desenli mobilyaların siyah camla tamamlandığı odada öylece ayakta dikiliyordum. Profesör elini masaya yerleştirerek gözlerimin içine baktı. "Evet, seni dinliyorum. Sorun neydi?"

Ellerimi bir yerlere yerleştirme isteğiyle dolup taşsam da zorla kendime engel oldum. "Ben... Şey... Temam hakkında..."

"Çoktan aklına bir fikir mi geldi?" diye sordu şaşkınlıkla, bu kadar hızlı olmasını beklemiyor gibiydi.

"Hayır!" diyerek atladım ortaya. "Kesinlikle hiçbir fikrim yok. Sorun da burada ya! Ne yapacağımı bilmiyorum. Eğer yardım edebilirseniz..."

Başını sallayarak sandalyesine oturdu. "Anlıyorum ama hiç terk edilmedin mi?" Başımı iki yana salladım, hiç terk edilmemenin kötü bir şey olduğunu asla hayal edemezdim ama şimdi başıma gelen en kötü şeylerden biriydi. "Peki, terk ettin mi?" diye sorduğunda gerildiğimi hissettim. Başımı yavaşça aşağı yukarı salladım çünkü bu hatırlamak istediğim bir an değildi. "Pekâlâ, o zaman sorununun çözümü basit. Sadece karşı tarafta olduğunu hayal etmelisin."

UNFORGETTEBLE | SANHWAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin