40. BÖLÜM: "OBFUSCATION"

136 17 24
                                    

"Kendini tanımak mıydı zor olan, yoksa yeniden bulmak mıydı?"

***

Yeosang'a bakan gözlerim olayların gidişatını belirlemekte zorlanıyordu, Park Seonghwa oyuncu arkadaşına okulu gezdirmek için bir saat daha kalacağından yanımda mutsuzluğun zirvesindeki San duruyordu. Yunho ve Jongho çoktan okuldan ayrılmışlardı, bizim burada bekleme sebebimiz de yoktu aslında. Park Seojun, Yeosang'ın yanına gelmesini istemişti ve San'la ikimizin pek bir şey yapası yoktu. Yeosang elinde çevirip durduğu telefona bakarken aynı babası gibi görünüyordu; sert bir duruşu, dalgın bakan gözleri, kafasını kurcalayan düşünceleriyle harika karizmatik duruşu babasından ona geçmiş gibiydi. Kendisi bunu belli etmemeye çalışsa da babasını seviyordu, ondan aldığı çok özelliği vardı. Soğukkanlılığı, kararlılığı, alaycılığı... Ve ondan ayrılan çok özelliği de vardı. Sevecenliği, merhameti, anlayışı, samimiyeti...

Aniden açılan kapıyla yerimde sıçradım, San'la Yeosang benim aksime durup kapıda dikilen Park Seojun'a baktı. Gülümseyen adam yorgun görünüyordu. "Tam tahmin ettiğim gibi," dedi dudaklarını birbirine bastırarak. "Yaptığın açıklamadan sonra her yer birbirine girdi. Dava etmemiz gereken kişilerin listesi elimde, avukatla görüşmeye gidebiliriz."

Yeosang başını sallayarak onu onayladı, sonra da bana dönüp gözlerimin içine baktı. "Giderken dikkatli olun," dedi ikimizi de kasdetse de bana bakarak. "Evde görüşürüz."

Gülümsediğimde San bize bakarak somurttu. "Gidelim, Wooyoung," diyerek beni koluma girerek sürükledi. Elimi kaldırıp salladığımda Yeosang da bana aynı şekilde karşılık verdi, San'ın beni merdivenlere sürüklemesiyle önüme dönerek somurttum.

"Biliyor musun?" diye sordum ona bakarak.

"Neyi?" diye sordu umursamaz bir tavırla.

"Tam bir an mahvedicisin!"

Omuz silkerek kolumdan çıktı. "Eve hızlı gitmek istiyorum sadece."

Gözlerimi devirdim. "Işık hızında gidemeyeceğimize göre?"

"Sessiz de yürüyebildiğine göre?"

Bana dönüp söylediği şeyle yerime sindim, ondan biraz korkuyordum açıkçası. Dans yeteneklerini bildiğim gibi ne kadar hızlı hareket edebildiğini de hatırlıyordum, birkaç öğrenci istedi diye gösterdiği tekvando hareketlerini de hatırlıyordum. Çenemi kapatarak onu takip ettim, bazen onun nasıl Kang Hansol tarafından kaçırıldığına şaşırıyordum ama Hansol'u düşününce normal geliyordu. O adam bir kuşa kafesini sevdirebilecek kadar kötü birisiydi, size yaşattıklarına rağmen uçup gitmek aklınıza bile gelmezdi. Yeosang'ın durumu böyleydi mesela, babası ona ne yaparsa yapsın gitmek ilk tercihi değildi, asla olmamıştı; her zaman babasının aslında yalnız olduğunu, onu yalnız bırakmak istemediğini söylemişti. Ona babasının yanında kalarak kendisini yalnız bıraktığını söylediğimde yüzüne tokat atmışım gibi bakmıştı bana, bir süre de konuşmamıştık bunun üzerine.

Okulun merdivenlerini bitirip koridorlarına geçerken ellerimi ceplerime yerleştirdim, Yeosang babasından vazgeçemediği için o evde kalmaya devam etmişti. Babası ona yalnız yaşayabileceğini, ona ev ayarlayabileceğini, yurt dışında okuyabileceğini söylemişti ama Yeosang her seferinde reddedip onunla kalmayı tercih etmişti. Bunu hep tihaf bulmuştum; Kang Hansol ona uçması için binlerce fırsat sunmuş, Yeosang her fırsatta kapatıldığı kafeste kalmayı tercih etmişti. Geçen gün Kang Hansol'a çektiği restten sonra uzun süre boyunca onunla konuşmuştum, bana Seonghwa'nın annesiyle babasının üniversiteden beri tanıştıklarını anlatmıştı. Babasının neden, hangi kararı verdiğini sorgularken bulmuştum onu. Yeosang ilk defa babasının her şeyi nefretle, kinle, intikam için yapmak yerine başka sebepleri olabileceğini düşünüyordu.

UNFORGETTEBLE | SANHWAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin