"Gökyüzümde yer edinen kelimelerden oluşan yağmurda kalmıştım, her biri canımı olduğum kişi kadar çok yakıyordu."
***
Elimde tuttuğum dosyaya biraz daha bakarken dalgınlıkla bir sayfa atlayıp geri döndüm, asistanım dikkatimin dağınıklığını fark etse de nedenini soramayacak kadar çekingendi. Dosyayı sinirle masaya bırakıp bırakmamak arasında kalırken çalan telefonumla dikleştim, telefonu elime alıp cevaplamak için arayana baktım ama tanımadığım bir numaraydı, hemen kapattım. Bıkkınlıkla dosyaya dönerken dudağımın kenarını dişlerimin arasına aldım, bu hareketim donakalmama sebep oldu. Telaşlı, paniklemiş, meraklı, korkmuş olmam gerekiyordu belki de. Emin değildim, hissetmem gereken her şeyden o kadar uzaktım ki gerçekte ne hissettiğimi bile bilmiyordum. Hansol'la aramızda geçenlerden bir türlü Seojun'a bahsedememiş, kendimi ne kadar suçlu hissetsem de kendimde o gücü bulamamıştım. Aptal kalbime bir türlü laf geçiremiyordum çünkü.
Ellerim titrerken dosyayı masaya bıraktım, telefonun tekrar çalmasıyla elime alıp ekranına baktım. Tekrar aynı numara arıyordu, peşimi bırakmaları için aramayı cevaplayıp telefonu kulağıma yerleştirdim. "Efendim?"
"Çok naziksiniz," dedi tanımadığım ses. "Ama bu nezaketinizin altında çok büyük bir yalancı yatıyor."
"Kimsiniz?" diye sorduğumda boğazını temizledi.
"Sana attığım mesaj... Yani atacağım mesaj ama..." Kaşlarım çatıldığında adam gülerek alayla konuşmaya devam etti. "Orada adrese gelmezsen oğlun ailenin gerçekte kim olduğunu öğrenir."
Donakaldım, ne diyeceğimi bilemiyordum. "Ne demek istiyorsunuz?"
"Bence çok iyi biliyorsun," dediğinde titremeye başladım ama korkudan değildi. "Katiller, hırsızlar, iftiracılar... Aynı senin gibi çok iyi yalancılar... Şimdi geliyor musunuz Park Chain Hanım?"
"Anladım," dedim sertçe. "Hemen geliyorum."
Telefonu kapatıp kenara bıraktığımda asistanım merakla sordu. "Nereye gidiyorsunuz efendim?"
"Oğlumla ilgili bir durum," dedim başımı sallayarak. "Bugünkü her şeyi iptal et."
"Peki," dediğinde telefonu elime alıp kalktım.
Hızla ofisten çıkarken gelen mesajla telefona kısa bir bakış atıp önüme döndüm, hızlıca en kestirme yoldan binanın katlarını inip kendimi dışarıya attığımda rüzgârın saçlarımı uçurmasını umursamadan arabama yöneldim. Cebimden anahtarını çıkartıp kapısını açtığımda saçlarımı düzelterek arabaya bindim, hemen kapıyı kapatıp kemerimi bağladım. Telefonun ekranından gelen mesaja ve adrese bakarken Hansol'un her zaman kaldığı yerlerden biri olması dikkatimi çekti. Önüme dönerken ne hissedeceğimi bilemedim, anahtarı kontağa yerleştirip çevirdim ve el frenini çekip gaza bastım. Yaklaşık yirmi dakika sonra geldiğim yarı inşa binaya baktım, camları olmadığı gibi kapıların da varlığının gizlendiği bu yerin tanıdıklığı beni rahatsız ederken anahtarımı alıp emniyet kemerimi çıkardım. Kapıyı açıp dışarıya çıktığımda yüzümde hissettiğim rüzgâr saçlarımı savurdu, nedense içimde kötü bir his vardı.
Kapıyı kapatıp kilitlediğimde anahtarı cebime yerleştirip yürümeye başladım. Hansol'un adamlarını girişte gördüğümde başımı sallayarak yanlarından geçtim, beni buraya kimin çağırdığını merak ederken gelen tartışma sesleriyle ilk katın sağ tarafına baktım. "Sana bu işe karışmaman gerektiğini söylemiştim! Onu bir yere sadece ben çağırabilirim! Sen değil!" Hansol'un sesi tanıdıktı, sinirli geliyordu ve karşı tarafla uzlaşmacı değildi, sesi kararlıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
UNFORGETTEBLE | SANHWA
FanfictionSan sanat okulunda okuyan normal bir üniversite öğrencisidir. Ana dalı müzik olmasına rağmen bir gün Drama dersi zorunlu hale getirilir. Ayrıca Drama dersine kendisinden yalnızca 2 yaş büyük bir profesör giriyordur. Hem son sınıf olmasının getirdiği...