"Bulutlardan damlayan her gözyaşının düştüğü toprak ölüyordu."
***
Ü
zerime aldığım battaniyeyle birlikte geri çekilerek çuvalları karıştırıp bulduğum bir tebeşirden çizdiğim güzel Seonghwa resmine baktım. Sanatçı olarak attığım ilk adımlarda annesi bana doğru çizim tekniklerini gösterdiğimde de hep onu çizerdim, gülümseyerek beyaz tebeşirden çizdiğim Seonghwa'ya bakarak yere oturdum. Dizlerimi kendime çekerek kollarımı etrafına doladığımda onu özlediğimi hissetmenin ağırlığı altında ezildim. Bana yemek getireceğini söyleyen küçük pren ortalıklarda yoktu, kötü kralın nerede olduğuna dair bir fikrim de yoktu. Kendimi bulduğum karanlık bodrum ışığı açmama rağmen yeterince aydınlanmıyordu, ayrıca ailemin durumunu da bilmiyordum. Aklımı kaçırmamak için yeniden şarkı söylemeye başladığımda aniden açılan kapıyla yerimde sıçrayıp başımı kaldırdım. Yeosang içeriye yiyecek bir şeylerle girdi; son beni ziyaret edişinden beri, yani buraya gelmemden beri dört saat geçmişti.
"Sonunda gelebildin," diyerek onu azarladığımda bana ciddi olup olmadığımı sorgulayan bir bakış atıp kapıyı kapattı.
"Işığın yerini bulabilmişsin," dedi kapının yanına bakarak. Ona aptal olmadığımı söylemek istedim ama şu an bulunduğum durum bunun için yeterince uygun değildi. Merdivenlerden inip karşımda dikildiğinde aslında benden uzun olmadığını düşündüm, eğilip tepsiyi bırakarak karşıma oturduğunda neden hâlâ burada olduğunu anlamaya çalıştım.
"İzleyecek misin?"
Sorumla omuzlarını silkti. "Park Seonghwa'yla nasıl tanıştınız?"
Getirdiği kimchiye bakarak kendimi yemeye adayacakken gelen soruyla ona yandan bir bakış atıp duraksadım. "Baban sana anlatmadı mı?"
Sorusuna soruyla karşılık vermemden hoşlanmamış olacak ki kollarını birbirine bağlayarak güldü. "Benim de bir arkadaşım var," dedi aniden kendisinden bahsederek. Tepsiyi önüme çekerek getirdiklerini yemeye başladığımda arkadaşından bahsetmeye devam etti. "Adı Wooyoung ama babam küçüklüğümden beri birilerine değer vermemi istemediğinden onun karşısında hep Wooyoung'u imajım için kullanıyormuş gibi davranırım." Gözleri yere odaklanmıştı, Kang Hansol'un babam olduğunu düşünmek bile ürpermeme yeterken bu çocuk için üzüldüğümü hissettim. "Onun yanında soğuk olmalıyım, ifadesiz, aynı bir taş gibi. Gösterdiğim en ufak bir zayıflıkta beni cezalandırır yoksa."
Keyifsiz bir şekilde güldüğünde yemeyi bırakıp ona döndüm. "Neden bırakıp gitmiyorsun?" diye sordum merakla, böyle yaşamaktansa yurt dışında yaşayabilecek kadar zengindi.
"Bırakacağım," dedi kendinden emin bir şekilde. "Park Seonghwa sayesinde ondan kurtulacağım." Seonghwa'yı ne için kullanacağını sormaya korkarak yemekten biraz daha yedim, gözleri çizdiğim Seonghwa'ya kaydığında güldü. "Tabii senin de sayende olacak çünkü Park Seonghwa'yla anlaşmamı sağlayacaksın."
"Baban gibi beni ona ulaşmak için mi kullanacaksın?" Kendime üzülmeye başlamalıydım, ona değil. Resmen Park Seonghwa'ya giden uçurumun San Köprüsü olmuştum. Mutsuzlukla homurdandım. "Harika ya, babası bile dururken sevgilisi olmayan birisini kullanın zaten."
Şaşkınlıkla bana bakakaldı. "Sevgili değil misiniz?"
"Ne sanıyordun?" diye sordum tamamen ona aynı şaşkınlıkla karşılık vererek. Zeki olduğunu sanıyordum ama tamamen aptaldı. "Sence bir profesörle öğrencisi sevgili olabilir mi? Kore'deyiz, Kore'de! Parçalarlar bizi!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
UNFORGETTEBLE | SANHWA
FanfictionSan sanat okulunda okuyan normal bir üniversite öğrencisidir. Ana dalı müzik olmasına rağmen bir gün Drama dersi zorunlu hale getirilir. Ayrıca Drama dersine kendisinden yalnızca 2 yaş büyük bir profesör giriyordur. Hem son sınıf olmasının getirdiği...