"Kaçtım, nefesimin yettiği yere kadar ama orada bile sen vardın. Senden kaçtığımı sanarken neden sana koşuyordum?"
***
Gergin bir gülümseme dudaklarıma yerleşirken koluma dokunan dernek başkanıyla ona döndüm. "Cahin çok güzel olmuşsun," dedi elleriyle üzerime giydiğim gece mavisi elbiseyi göstererek.
İltifatını nazikçe, "Teşekkür ederim, çok zarifsiniz," diyerek karşıladım.
Başkan elini Yerin'in oturduğu masaya yöneltirken güldü. "Yerin buraya birkaç arkadaşını getirmiş ama hâlâ mutsuz. Kocasını görüyor musun?" Onaylamayarak başını iki yana salladığında gözlerim onun oturduğu yeri buldu, birkaç iş arkadaşını sakin bir tavırla dinliyordu. Hansol'dan ayıramadığım gözlerimi fark ettiğimde omuzumu sıvazladı. "Onunla iyi anlaşıyorsunuz, belki Yerin'in yanında biraz kalması için ikna edebilirsin."
"Onu mu?" diye sordum nefesimi vererek. Elbiseme dikkat ederek gözlerimi Başkan'a çevirdim. "Başkan Lee, lütfen beni pas geçin. Hansol... Bilirsiniz, pek insanları dinlemeyi sevmez."
Başını sallayarak beni onayladı. "Yerin de, sen de çocuklarınızı dernek etkinliklerine hiç getirmiyorsunuz. En azından tatlı kocalarınızın yüzünü görebiliyoruz." Kahkahalarla güldüğünde küçük bir tebessümle ona eşlik ettim. "Hansol hep yanımızda gerçi ama Seojun... Senin yerine şirketlerle fazla ilgileniyor."
"Biliyorum," dedim kendimi suçlu, biraz da sorumlu hissederken. Seojun'a karşı giderek uzaklaşan kendime laf geçirerek Başkan'a dönüp saygıyla başımı eğdim. "Ben biraz ona bakayım."
"Tamam," dedi gülümseyerek.
Beni serbest bıraktığında konukların arasından geçip arkadaşlarıyla neşeli bir sohbete dalan kocamın yanına gittim, neşeli tavırları beni görünce biraz dalgalansa da eliyle beni gösterdi. "İşte Dünya'nın en harika eşi ve annesi," dedi beni tanıtarak. Yanına geldiğimde elini belime yerleştirdi.
"Nasılsınız?" diye sordum gülümseyerek. "Eğleniyor musunuz?" Herkes farklı cevaplar verirken onları dinledim, başımı sallayarak herkese onay verircesine hareket etmek beni zorlarken etrafa bakındım. Gözlerim, tam olarak bana bakan gözlerle karşılaştığında donakaldım. Kalbim hafifçe hızlanırken gözlerimi kırpıştırarak gözlerinin içine baktım, bu baş kaldırmamı başını yana eğip gülümseyerek karşıladı. Onun için bu kadardı işte, asla ne hissettiğini ya da ne düşündüğünü belli etmezdi. Bazen merak ederdim, ikimiz yalnız kaldığımızda beliren o adam kimdi? Hansol insanların arasında yüzüne maske geçirmeyi çok iyi biliyordu.
Eğer onu tanımasaydım kibirli, kendisini beğenmiş, alaycı, her şeyi bildiğini sanan bir pislik olduğunu düşünebilirdim ama onun bu maskesinin altında yatan acı çeken, yalnız, aslında insanları düşünürken bunu asla belli etmeyen, herkese güçlü görünüp içten içe çöken adamı tanımasaydım. Başımı öne çevirip dalgın bakışlarımı ortamızdaki masaya bırakılmış beyaz şarap dolu bardağa diktim, biraz düşünmem elimin bardağa gitmesine yetmişti. Tutuo zarifçe kaldırarak bardağı kafama diktim, yudumlarca içki boğazımdan kayarken çektiğim acı gitsin istedim. Onun hissettiği bu yalnızlık, acı neden umurumdaydı ki? O beni hiç umursuyor muydu?
İçki bitince bardağı başım dik bir şekilde masaya bıraktım, Seojun ve arkadaşları bana şaşkınlıkla bakarken tanıdığım bir tanesi gülerek gözlerimin içine baktı. "Biraz hızlı gitmiyor musunuz?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
UNFORGETTEBLE | SANHWA
FanfictionSan sanat okulunda okuyan normal bir üniversite öğrencisidir. Ana dalı müzik olmasına rağmen bir gün Drama dersi zorunlu hale getirilir. Ayrıca Drama dersine kendisinden yalnızca 2 yaş büyük bir profesör giriyordur. Hem son sınıf olmasının getirdiği...