4. BÖLÜM: "HELLO"

401 65 56
                                    

"Her merhaba dediğinde eldeva eder gibiydin, oysa merhaba bir elveda değildi, değil mi?"

***

Oturduğum yerden izlediğim bulutların şekillerini çizdiğim defterden başımı kaldırıp tekrar baktığım gökyüzü masmaviydi, arada bir görünen hafif gri bulutlar dışında uçan birkaç kuş gökyüzündeydi. Çizdiğim bulutlara bakmak için başımı defterime eğdiğimde yan tarafımda uyuklayan Yunho mırıldandı, elini saçlarının arasına atıp karıştırdığında dün gece aramızda geçen küçük tartışmalar geldi aklıma. Sözde bugün okulda olmayacak profesörü görmek için beni göndermişti ama elim boş bir şekilde dönmem bir yana, profesörün bugün de okulda olduğunu öğrenmiştim. Aslında bir hafta içinde tek boş günü bugündü, Yunho yanlış bir şey söylememişti; tek sorun bütün gününü ofisini düzenlemek için geçirmeye gelen profesördü.

Park Seonghwa.

Dün gece olanlardan sonra yurda nasıl döndüğümü bile unutmuştum, barda yaşananlar resmen benim için tabu bölgesiydi. Neler olduğuna dair Yunho'ya tek kelime bile etmemiştim, üstüne üstlük lanet pandalı geceliklerimi giyip bana kısa olduğumu söylemesine rağmen. Ah, onu orada boğmayı çok istesem de neden yapmamıştım ki? Şimdi bütün gece uyuyamayan ben olsam bile o yanımda güzel bir uyku çekiyordu. Sinirlerim iyice bozulurken alt sınıflardan bir öğrencinin yanımıza yaklaştığını gördüm. Onu tanıyordum, arada sırada yurttan kaçmama yardım ederdi. Ailesiyle ailem aynı semtte oturuyordu ve arkadaşlardı ama onunla aramızda arkadaşlık adına pek bir şey yoktu.

"San," dedi fısıldayarak. Çimlere uzanmış, güzellik uykusunun ortasında olan Yunho'ya baktık ikimiz de.

Nefesimi bıkkınlıkla vererek, "Bir şey mi oldu, Jongho?" diye sordum. "Bak, yine aileni oyalamamı falan istersen..."

Lafımı böldü. "Hayır, öyle bir şey değil." Gelip çimlerde yanıma çöktü, onun oturmasıyla Yunho elini Jongho'nun bacaklarına atıp mırıldandı. Jongho onu hiç umursamadan bana baktı. "Profesör Park Seonghwa seni arıyordu, sanırım önemli bir şeymiş." Kaşlarım adını duymamla çatıldığında Yunho mırıldanarak başını kaldırdı ve Jongho'nun kucağına yattı.

"Pekâlâ..." dedim çizim defterimi kapatarak. "Ona biraz bakarsın, değil mi? Yarım saat sonra Sanat Tarihi dersi var ve..." Bileğimdeki saatime baktığımda Yunho'nun kalan yirmi altı dakikasını daha uyuyarak geçireceğini bilerek homurdandım. "Ona söyle çizim defterimi yanında taşısın, profesörün yanından gelince ondan alırım."

Başını sallayarak söylediklerimi onayladı. Gitmek için çimlerden destek alarak ayağa kalktığımda boğazını temizleyerek dikkatimi çekti. "Uyandığında kim olduğumu sorarsa ne söylememi istersin?"

Uyuyan Yunho'ya bakarak omuz silktim. "Benim onu sana bıraktığımı söyle ve geri geleceğimi."

Tekrar başını salladı. "Peki."

Mutsuzluk seviyem zirvedeyken onları orada bırakıp profesörün odasına doğru yürümeye başladım. En son gördüğüm Jongho'nun çizim defterimi karıştırırken aynı anda da kalemimle Yunho'nun saçlarıyla oynadığıydı. Biraz tuhaf birisiydi ama kötü değildi, Jongho bir şey bilmediğinizde gidip sormanız gereken kişiydi. Okuduğu liseden birincilikle mezun olmasına rağmen ailesinin de desteğiyle buraya gelmişti. Okulda ikinci bir üniversite okuması muhtemel ihtimal olan tek kişi oydu, diğeriyse okula bile az gelen birisiydi. Gerçekten, hep nasıl birisi olduğunu merak ederdim. Ancak tek bildiğim şey ismiydi, onun dışında da Yunho'nun onu tanıdığıydı.

UNFORGETTEBLE | SANHWAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin