27. BÖLÜM: "GRAVE"

159 29 68
                                    

"Gölgelerin arasından güneşe bakmaya çalışan bir hiçtik belki de, bu yüzden gün batımı bizim için her gün ölüm gibi geliyordu."

***

Uyuyamıyordum.

Yatakta yeniden döndüğümde gözlerim gri perdeye kaydı, düşünmeden edemedim bugünü, dünü, yarını. Seonghwa'yı... Acaba şu anda ne yapıyordu? Onu ilk defa bu kadar çaresizce izlemiştim, elimden gelenden fazlasını yapmak istemiştim ve ona sarılmaktan, yanında olmaktan başka hiçbir şey yapamamıştım. Kang Hansol kan emen bir vampir gibiydi, onu durdurmak için öldürmek gerekiyordu; oysa ölümün çözüm olduğu yerde, merhamet var olamazdı. Seonghwa'nın kalbindeki en küçük bir duyguyu dahi kaybetmesini istemiyordum, o adam buna değmezdi. Kendimi küçük hissederek başımın altındaki yastığın altına saklanmaya çalıştım, yorganı da başıma kadar çekmiştim. O adam beni korkutuyor, Seonghwa'ya yapabileceklerini düşünmek beni çıldırtıyordu. Sakinleşemiyordum, sakinleşemedikçe de uyuyamıyordum.

Yunho geleli beş saat olmuştu, gecenin bir yarısındaydık ve yatağımın içinde kıvrılıp Seonghwa'yı düşünüyordum. Aklıma çocukluğum gelirken gülümsedim, ben hep onu düşünürdüm; hayallerimde, rüyalarımda ellerinden tutup oynadığım SeongSeong'un gerçekte yanımda olmadığını bilmek beni her zaman kırardı. Onunla olmak, ona dokunmak, ona sarılmak, yanında olmak, küçük ellerimi minik yanaklarına yerleştirerek her şeyin geçeceğini söylemek isterdim. Ancak bugün bunun imkânsızlığını kendi gözlerimle görmüştüm, annesinin kanlı bedeni kucağına yığılan Park Seonghwa acı çekiyordu. Nefessiz kalıyor, kendisini kaybediyordu. Kang Hansol'un ona yaptığı şey, Seonghwa'dan kendisini yaratmaktı. Oğlundan bunu yapmayı başarmış sayılırdı ama Seonghwa'yı elinde oynatmasına izin vermeyecektim. Seonghwa onun söylediği gibi Hansol'a hiç benzemiyordu. O nazikti, iyiydi, yardımseverdi, komikti. O kadar yalnız kalmış, o kadar acı çekmişti ki buna dayanamıyordum.

Nefessiz kaldığımı fark ederek yastığımın altından çıktım, yorganımı da kenara attığımda ellerimi yatağa yaslayarak ağlamamak için kendimi tuttum. Kang Hansol'a kaybetmeyecektim, bu sadece Seonghwa'yla onun arasındaki bir savaş değildi; onun istediği, görmeyi beklediği Seonghwa hiçbir zaman gerçek olmayacaktı. Buna izin vermeyecektim. Kendimden emin bir şekilde telefonumu elime alıp ablama kısa bir mesaj attım, odamdaki kitaplığın başköşeinde bekleyen Elveda aklıma gelirken gözlerimi kapatıp bu hissettiğim acının geçmesini bekledim. Oraya gitmek, mezarlığın bir köşesinde unutulmuş mezarında uyuyan Park Chain'i görmek bana iyi gelmemişti. O, bizim için bıkmadan, usanmadan bir şeyler yapmaya çalışan kadındı. Seonghwa'nın elinden tutan, bize bildiğimiz her şeyi öğreten kişiydi. Onun sayesinde şu an nefes alan San konservatuar okuyabiliyordu, sanat okulunun önde gelen öğrencilerinden olabiliyordu.

İçimde bir köşede toprağa gömülen Park Chain canımı yakmak için bekliyordu, onun unutulmasını istemiyordum.

Telefon elimde beklediğim saniyeler gelen mesaj bildirimiyle sona erdi, gözlerim telefonu bulurken ablamdan gelmesini beklediğim bildirime baktım ama mesaj atan numarayı görmemle kalbimin atışları hızlandı. Kısık seste, "Arkadayım. İnmeni bekliyorum," diye mırıldandım gelen mesajı. Nefes almak, o burada olduğu sürece çok kolaydı. Varlığı bile yeterdi bana, onu görmesem de olurdu ama o an kendimde bulduğum bütün bahaneleri kenara iterek telefonumu yatağa bıraktım. Dolabın yanına gidip üzerime giyecek şeyler aramaya başladım, bulduğum uzun kollu kazağı alıp üzerime geçirdiğimde altıma da kot pantolonlarımdan birini buldum. Saçlarımı kısaca tarayıp aynaya gülümsedim, felaket bir haldeysem bile görmeme gerek yoktu.

UNFORGETTEBLE | SANHWAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin