"Düşlerin arasında bir çiçek açıyordu, gerçekler yavaşça yapraklarından süzülüyordu."
***
Nefret. Öfke.
Hissettiğim bu iki duygu beni eziyordu.
Cevaplar arıyordum ve aradığım cevapların çıktığı nokta beni boğuyordu. Ne yapmalıydım bilmiyordum; inanmalı mıydım söylenenlere, gerçekler bu muydu gerçekten? Sinirli adımlarım ezbere bildiğim merdivenleri tırmanırken kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Olmayabilirdi, yalan olabilirdi. Yalan söyleyebilirlerdi, değil mi? Öyle olmalıydı. Öyle olmak zorundaydı. Benim tanıdğım adam bunu bana yapamazdı, yapmazdı. Nasıl olabilirdi ki? Hansol'du o. En yakın arkadaşım, kendime en yakın hissettiğim kişilerden birisiydi. Bana bunu yapmış olamazdı.
Yutkunarak titreyen ellerimi yumruk haline getirip ikinci katın koridorunda koşarcasına ilerledim. Arkamdan gelen Seojun'un sesini bile zar zor duyabiliyordum, kalbim deli gibi çarpıyordu. Bana bunu yapmış olamaz diye düşündüğüm adam karşımda durana dek, onunla yüzleşene dek duramazdım. Kulüp odasının önüne geldiğimde hızlıca kapıyı açtım, tanıdık yüzler bana dönerken her zaman olduğu gibi camın önünde dikilen Hansol bana döndü. Gözlerimiz kesiştiğinde halime şaşırdığını gördüm. Gülünç müydüm? Umurumda değildi. Dağılmıştım çünkü. Gözlerimin kesiştiği bu adam beni dağıtmıştı.
"Dışarı..." demeye çalıştım sesim titrerken. "Herkes dışarı çıkabilir mi?"
"Chaein ne oluyor?" diye sordu Naeun bana bakarak. "Bu halin ne?"
"Dışarı," dedim tekrar. "Lütfen dışarı çıkın. Herkes bana bakarak ayağa kalktı, Naeun hâlâ bana soru sormaya çalışıyordu, Hansol herkesin arkasından gelirken gözlerim onda durdu. "Sen değil." Gözleri gözlerimi bulduğunda öfkeme yenik düşmemeye çalıştım. "Hansol hariç herkes çıksın."
"Chaein? Sorun ne?" Omzuma dokunan elle arkama baktım, Seojun yanımda duruyordu. Naeun'un gözleri Seojun'a odaklandı. "Bu kim? Chaein?"
"O kocam," dedim kısaca açıklayarak. "Şimdi bizi Hansol'la yalnız bırakır mısınız?" Hansol'un yüzünde anlaşılmayan bir ifade belirdi ve onunla ilk tanıştığımda gördüğüm o adama büründü. Sessiz, soğuk, yalnız...
Herkes odadan çıkarken Seojun kapıyı arkamızdan kapattı. Sakin kalmaya çalışarak bir adım attım Hansol'a doğru. "Chaein neler oluyor?" diye sordu bana bakarak. Sanki bir şeyleri yanlış ilerleten, buraya getiren benmişim gibi beni mi sorguluyordu bir de?
"Bilmem," dedim bütün hayalkırıklığım sesime yansırken. "Sen söyle." Anlamadığını yüz ifadesinden anladığımda sormaya korktuğum o soru dudaklarımdan döküldü. "Annemle babamı sen mi öldürdün?"
Şaşkınlığını net bir şekilde görürken gözlerimin dolmasına engel olamadım. "Ne?" diye sordu kafası karışırken. "Annenle baban?" Sonra gözleri Seojun'u buldu ve sanki taşları yerine oturtmuş gibi şaşkınlıkla yüzüme baktı.
"Evet, Kang Hansol," dedim kalbim acırken. "Annemle babam... Düğün gecemde öldürdüğün annemle babam..." Yüzünde anlaşılmaz bir ifade belirirken gözlerini kapatıp açtı.
"Sen..."
İnanmakta zorluk çekiyor gibiydi, asıl ben inanmakta zorluk çekiyordum. "Nasıl yaptın? Yalan de!" Biraz daha ona yaklaştım, gözlerimden süzülen yaşlara engel olamıyordum. "Yalan de... Lütfen, yalan de! Annenle babanı ben öldürmedim de! Yapmadım de!" Yakasına yapıştım, ellerim titriyordu. Gözlerinin içine baktım. "Yapmadım desene! Annenle babanı ben öldürmedim desene! Hansol! Bir şey söyle!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
UNFORGETTEBLE | SANHWA
FanfictionSan sanat okulunda okuyan normal bir üniversite öğrencisidir. Ana dalı müzik olmasına rağmen bir gün Drama dersi zorunlu hale getirilir. Ayrıca Drama dersine kendisinden yalnızca 2 yaş büyük bir profesör giriyordur. Hem son sınıf olmasının getirdiği...