"Kaybetmekten nefret eden ben, korkar oldum kendimden. Ya seni de kaybedersem?"
***
Gözlerimin bulduğu gökyüzü karanlık gecenin etkisiyle siyahtı, birkaç bulut dikkatimden kaçmazken ayın beyazlığında gözlerimi gezdirdim. Yıldızlar şehrin ışıklarından dolayı görünmüyordu, daha öncesinde gökyüzünü izlemek için gittiğim bir gezide gördüğüm manzaradan çok uzaktı. Güzel şeyleri örten örtü ışıklardı, bazen gerçeği görmek için ışıkları kapatmak gerekirdi. Olduğum insan, sahip olduğum kişilik bir yıldız gibi parlaktı ama benim parlamam için bile karanlığa ihtiyacım vardı. Elimi uzatıp karanlık gökyüzünde gezdirdim, tek ihtiyacım olan beni kendim olduğum için seven birisiydi. Onu elde ettiğim bir an hiç olmamıştı, ailemin sevdiği Jongho bile ben değildim. Onların mükemmel oğluydu sevdikleri, ben değildim.
Elimi indirip parmaklarıma bakarken piyano çalmaya olan derin bir ihtiyaç içimi kavurdu, bunun yerine gözlerimi kapatıp notaları mırıldandım. Ufak bile olsa etkisi hemen belli olurken kendimi daha iyi hissettim, küçüklüğümde de kendimi ne zaman teselli etmek istesem şarkı söylerdim çünkü kendisini çok bir şey sanan diğer arkadaşlarım en ufak zayıflığımla dalga geçmek için sırada beklerdi. Benden daha iyi olduğunu kanıtlamak isteyen, kendisini kanıtlamak için benimle takılan, sırf iyi görünmek için yanımda olan o kadar çok kişi tanımıştım ki... Bu sefer farklı olur sanmıştım, Hongjoong onlar gibi değildi. Tanınmaya, kendisini kanıtlamaya ihtiyacı yoktu.
Açılan kapının sesiyle yerimde sıçrayarak arkamı döndüm, ofisin dışarıya açılan küçük balkonuna giren perimi görmemle hem rahatladım hem de korku bütün hislerimi sardı. O kapıyı kapatıp yanıma gelene dek hiçbir şey söylemedim.
"Geciktim mi?" diye sordu yanımda yerini aldığında.
Gülümsedim, kendimi zorlayarak güldüğümde nefes alamıyormuş gibi hissettim. Bunu onun için yapmalıydım. "Düşünüyordum," dedim sesimi stabil tutmaya çalışarak. Zekiydi o, onu kandırmam imkânsızdı.
"Jongho," dediğinde ağlamamak için kendimi zor tuttum. Yine aynısı oluyordu işte, ondan kopmaya dayanamıyordum. Ne zaman benim için bu kadar önemli olmuştu ki? Ben Choi Jongho'ydum, harikaydım, her şeyi yapabilirdim. Alt tarafı başlattığım bir ilişkiyi bitiremeyecek miydim? "Sorun ne?" Sorusuyla yan gözle ona baktım.
"Sorun yok," dedim geçiştirerek. Ona sorun olduğunu söylemek istedim. "Sadece düşünüyordum."
"Ne hakkında?"
Sorusunun meraktan mı, endişeden mi, yoksa sadece... Sadece...
"Beni seviyor musun?"
Ani sorumla donakaldığını gördüğümde ona döndüm, gözleri benden kopup yere odaklanmıştı. Orada aldığım cevap vana yeterdi ama söylemesine ihtiyacım vardı, onu bırakacak gücü kendimde bulmama yardım etmeliydi.
"Ben..." Kekeleyerek ellerini birbirine bağladı. Yutkundum, olumsuz cevaba kendimi hazırlamaya çalıştım. "Neden bunu soruyorsun?"
Kaçabileceğini bilecek kadar zekiydi. "Beni sevmiyorsun çünkü," dedim açıkça. Ellerim titrerken gözlerim ellerine odaklandı, bana dokunup sakinleştirmesini ne kadar istesem de bu geceden sonra ondan uzak durmam gerekecekti. "Beni istemiyorsun sen." Gözlerim gözlerine çıkarken orada gördüğüm yıkım gerçekti, aptal olmadığımı biliyordu. "Bak..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
UNFORGETTEBLE | SANHWA
FanfictionSan sanat okulunda okuyan normal bir üniversite öğrencisidir. Ana dalı müzik olmasına rağmen bir gün Drama dersi zorunlu hale getirilir. Ayrıca Drama dersine kendisinden yalnızca 2 yaş büyük bir profesör giriyordur. Hem son sınıf olmasının getirdiği...