"Önüme sunduğun her çıkışta daha çok kayboldum."
***
Duvara başımı yaslamış halde sessizliği dinliyordum, belki de mutlu olmalıydım ya da umutlu. Gözlerim tavana çıkarken derin bir nefes dudaklarımın arasından geçti, nefes alamıyormuş gibi hissetmemi sağlayan şey belliydi. Merak ediyordum, öğrenmek istiyordum. Hongjoong için bir değerim var mıydı? Bana hiçbir şey söylememişti, evet demesine rağmen benden uzaktı. Nasıl anlatılır bilmiyordum, uzaklığını nasıl tarif edebilirdim ki? Sadece uzaktı işte, elimi ona doğru uzatsam yetişemeyeceğim bir yerdeydi. Gözlerimi kapatıp açtığımda köşeden gelen Hongjoong'u gördüm. Benim küçük perim yine formundaydı, tarzına daha ne kadar hayran kalabileceğimi bilmiyordum. Gözlerimiz buluştuğunda hemen benden kaçtı, gözlerini kaçırmasıyla aynı mutsuzluğu hissettim.
Evet demişti ama tavırları bunu istemediğini açıkça gösteriyordu. Emindim ki Yunho'yla Mingi'ye de hiçbir şey söylememişti, üzerinden üç gün geçmesine rağmen hem de. Yanıma gelişini izlerken gülümsedim. "Çıkıyor musun?" diye sorduğumda başını sallayarak onayladı. Onunla daha çok konuşmak istesem de başka bir çalışan onu çağırdığında gitmesi gerektiğini biliyordum.
"On dakikam var," dedi fısıldayarak. "Sonra çıkıyorum."
"Tamam," dedim, ellerimi birbirine bağlayarak ona sarılma isteğimle savaştım. "Ben hâlâ buradayım." Annemle babam daha iki saatlerini alacak koskocaman bir toplantıdaydı, erken bitmeyeceğini söylemişlerdi. Sabah profesörle San cephesinde de iyi şeyler olmamıştı, eğlenebileceğim hiçbir şey kalmadığını hissediyordum.
"Görüşürüz o zaman," dediğinde gözlerinin içine bakarak orada bir şeyler aradım.
"Görüşürüz."
El sallayarak arkasını dönmesiyle şirkette bu uzak tavrına bir şey diyemeyeceğimi bilerek asansöre binmesini izledim. Gözlerimi kapatıp biraz sessizliğin iyi gelmesini bekledim ama sonu hüsranla bitti, bana karşı tavrı biraz kırıcı geliyordu. Aslında kırıcı hiçbir şey yoktu, beni sevmediğini biliyordum. Ben istediğim için yanımdaydı, kendisi istediği için değildi.
Duvardan destek alarak kendimi ileri ittim, asansörün karşısına gelene dek durmadım. Düşüncelerim birbirine girerken bunun getirdikleriyle savaştım, asansör bulunduğum kata çıkana kadar düşüncelerim beni rahat bırakmadı. Onun için bir anlamı olduğuna inanmak istiyordum, bizim onun için bir anlamı olduğunu bilmek istiyordum. Asansörün kapıları açılırken içeriye girip zemin kata dokundum, basıp basmamak arasında kalırken parmaklarım kendiliğinden hareket etti. Zemin kata gitmek için kapanan kapılarla arkama yaslanarak asansörden görünen şirkete baktım, kendimi durdurmalıydım belki de ama durmak istemiyordum. Bugün profesörün San'a bakışlarında gördüğüm muhtaçlık aklıma gelirken gülümsedim.
Birisi için önemli olmak... Sadece o kişi istediği için... O kişide seni sevdiği için...
Böyle bir şeyin parçası olmak Hongjoong'u görene kadar umurumda bile değildi, birisi için önemli olmayı hiçbir zaman bu kadar çok istememiştim. Birisinin benim için bu kadar önemli olacağını da hiç düşünmemiştim, kendime göre seçeneklerim bile vardı. En azından askerlikten önce evlilik düşünmüyordum, okulumu bitirdikten sonra kendi işimi yapmayı planlıyordum ama o benim planlarım tam ortasına düşmüştü. Onu öpmemeliydim, geri çekilmeliydim, onu istememeliydim belki de. Zemin kata inen asansörle bu düşüncemin altında kaldım, bunu ben seçmemiştim sonuçta. Onu sevmek, onu istemek suç değildi ama eğer benimle olmak istemiyorsa buna açıkça son vermek de bana düşerdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
UNFORGETTEBLE | SANHWA
FanfictionSan sanat okulunda okuyan normal bir üniversite öğrencisidir. Ana dalı müzik olmasına rağmen bir gün Drama dersi zorunlu hale getirilir. Ayrıca Drama dersine kendisinden yalnızca 2 yaş büyük bir profesör giriyordur. Hem son sınıf olmasının getirdiği...