"Geçmişin izlerinden oluşan yoldan geçen öylesine bir yolcuydum."
***
Boş bir sokakta yürürken bileğime taktığım saatte çevirdim gözlerimi, hâlâ biraz vaktim vardı. Dün Seonghwa bana oldukça yardım ettiğinden ona bir şeyler götürmeyi düşünmüştüm, tatlı şeyleri sevdiğini bildiğimden bir kafeye uğramanın kötü fikir olmayacağını fark ettiğimde de kendimi burada bulmuştum. Han Nehri'nin biraz uzağında, okulumuza yakın bir kafe vardı. Seonghwa'nın beni götürdüğü restorandan sadece biraz uzaklıktaydı, onu düşünmek bile beni mutlu ederken oraya giden kestirmeye dönerek ara sokağa girdim. Aklıma kafeden dönüşte yaşananlar gelirken gülümsememi durduramadım, gözlerim sokağın sonuna dönerken gördüğüm şeyle adımlarım yavaşladı. Sokağın başında siyah takım elbiseli iki adam duruyordu, tuhaf bularak tamamen içgüdüsel bir şekilde arkama döndüğümde donakaldım. Üç tane siyah takım elbiseli adamla daha karşılşmak beklediğim bir şey değildi.
Sabahtı, güne güzel başlamıştım. Yunho'ya başka bir yere uğrayacağımı söyleyerek onu önden bile göndermiştim ama bildiğim bir şey varsa bu adamların benimle ne yapmak istediğiydi. Bir adım geri gitmeyi deneğimde aniden arkadan kollarımdan tutulmamla çırpındım, dudaklarımım üzerine kapanan bezle nefes almamaya çalıştım. Gözlerim hafifçe kararırken düşündüğüm tek şey bunu kimin yaptığıydı. Dünya'nın döndüğünü hissederken yavaşça bilincim kapandı, etraf karanlığa bürünürken güne güzel başladığım düşüncesi tamamen aklımdan silindi. Kendime geldiğimde etraf karanlıktı, ellerimi kıpırdatmaya çalıştığımda bağladıklarını fark ettim. Sinirle gülerken bacaklarımı oynatmayı denedim ama bileklerimden yine bağlandığımdan balıklar gibi çırpınmak dışında bir şey yapamamıştım. Gözlerimi siyah ipekten bir bezle bağlamalarına rağmen dudaklarıma bant falan yapıştırmamışlardı. O an bağırsam da kimsenin umursamayacağı bir yere götürüleceğimi anladım.
Başıma giren hafif ağrıyla bildiğim güzel bir şarkıyı söylemeye başladım. Gergin değildim, kormuyordum da. Sadece neden burada olduğumu bildiğimden Seonghwa'yı düşünmeden edemiyordum. Hareketli bir aracın içinde olduğumu motor sesinden anlaybiliyordum, pek konuşmadıklarından nereye gittiğimizi bilmiyordum. Aslında beni kime götürdüklerini tahmin etsem de başımı yasladığım soğuk yere bağlı kalarak sessizliğimi korudum. Yapacağım her şey benim lehimeydi, bu yüzden araç yavaşlamaya başladığında uslu duracağıma dair kendi kendimle anlaştım. Kapı gibi bir şeyin açıldığını duyduğumda yanıma birilerinin çıktığını fark ettim, kollarımdan tutularak kaldırıldım. Beni dikkatli bir şekilde araçtan indirdiklerinde sessiz kalmaya devam ederek onların yönlendirmelerine izin verdim.
Gözlerime bağladıkları ipekten bezden dolayı hiçbir şey göremiyordum, bugün Seonghwa'yla sergilemem gereken bir oyun olduğunu söyleyerek onları tekmelemek istiyordum. Yapmak istediklerimin tam tersine ayak uydurarak sessizce beni geçirdikleri yoldan ilerledim, açılan başka bir kapının sesiyle yutkundum. Beni içeri iterek yürütmeye devam ettiklerinde onlara kaba davranışları için söylenmek istedim, tek yaptığımsa kendi içimden rahatlatıcı şarkılar söylemekti. Kendimi sakin kalmaya programlamış gibiydim çünkü birazdan sinirlerimin sağlam kalmasına ihtiyacım olacaktı. Sürüklenerek getirildiğim yerde bir sandalyeye oturtulduğumda arkama yaslanarak dudaklarımı büzdüm. Gözlerime bağlanan bezin çözüldüğünü hissederken içten içe kör insanlara üzülüyordum, onlarla tamamen empati kurabildiğim bilinçlendirici dakikalar için bu adamlara teşekkür etmeliydim.
Bez gözlerimden ayrılarak kayıp düştüğünde ışığa alışmaya çalışarak birkaç kez gözkapaklarımı kapatıp açtım. Gözlerimi kırpıştırarak karşımda dikilen siluete odaklandığımda gördüğüm kişiyle dudaklarımı birbirine bastırarak içimde yükselen öfkeye engel olmaya çalıştım. "Sensin," dedim sakin kalmaya çalışmayı bir kenara bırakarak. "Seonghwa'nın annesini öldüren kişi sensin."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
UNFORGETTEBLE | SANHWA
FanfictionSan sanat okulunda okuyan normal bir üniversite öğrencisidir. Ana dalı müzik olmasına rağmen bir gün Drama dersi zorunlu hale getirilir. Ayrıca Drama dersine kendisinden yalnızca 2 yaş büyük bir profesör giriyordur. Hem son sınıf olmasının getirdiği...