Rüya. Kâbusların sürekli zihnimin derin bir uykuda olmasını beklemesinin aksine güzel rüyaların zihnime sızması çok sık olmazdı. Gözlerimi kaç kez derin bir kederin içimi sıkmasıyla açmıştım sayamamıştım bile. Kaç gece, kaç kâbus zihnimde bir iz bırakmıştı?
Göğsünde duran ellerim gömleğine sıkıca tutundu. Şu an bir rüyanın içinde olma ihtimalim o kadar yüksekti ki ama diğer yandan ben böyle bir rüyayı göremeyecek kadar zehirle dolmuş bir zihne sahiptim.
"Sen..." Kuracağım bir cümlenin, ânın gerçekliğini sorgulamaya itecek kadar farklı hislerle dolduğumu ifade edebileceğine inanmıyordum. Bu ânın içinde cümleler nasıl hissettiğimi özetleyemezdi. Titrediğimi anlamış gibi ona yaslanmış bedenimi daha sıkı kavradı. Parmakları sırtımda yatıştırmak istiyor gibi dolaşmıştı. Gözlerini gözlerimden çekmezken, bu ânın gerçekliğini sorgulamam için bir sebep daha veren gülen gözleri biraz daha kısıldı.
"Ağlama." Parmağını yanağımda fark etmediğim gözyaşını durdurmak için kullanırken, yumuşak tonuyla devam etti. "Hiçbir yarana değmeyeceğini söylemiştim."
"Tüm bunları yaptıktan sonra..." Derin bir nefes alma ihtiyacıyla duraksarken, sesimin titrememesi için bir çaba sarf etmiştim ama imkansızdı. "Ağlama dememelisin."
Gerçek misin? Gerçekten böyle bir ân yaşıyor muyum? diye sorma isteğimi en derinlere gömdüm. Onunla yaşadığım her şey en başından gerçek olmaktan çok uzaktı. Devrim benim için bir rüyaydı. Gözlerimi kapatsam bile zihnime sızamayacak kadar güzel bir rüya.
Dudağının kenarı yukarı doğru kıvrılırken, geri çekildi. Belimdeki eli elime indiğinde bu sefer sıkıca tutan taraf bendim. "Bugün doğum günün. O güzel gözlerin bugün içimi acıtmamalı." Sesindeki uyarıya rağmen altında yatan yumuşak tonu hissetmiştim.
Karanlık odadan koridora çıktığımızda, ellerimiz hâlâ sıkıca birbirine kenetli haldeydi. Adımlarına uyum sağlamam için büyük adımlar yerine daha küçük adımlar atıyordu. "Nereye gidiyoruz?" diye sorarken merakıma engel olamadım. Bana kısa bir bakış atıp merdivenlerden inmeye başladığında tek yaptığım ona uyum sağlamaktı.
Polislerin ardından mekândaki davetliler de yavaş yavaş dağılmaya başlamıştı. Devrim'in içeri girerken kullandığımız koridor yerine farklı bir koridora girmesi, kaşlarımı çatmamı sağlasa da ona güvenmeyi seçtim ama küçük bir saniyenin içinde duraksamış olmam bile açıklama yapması için yeterli oldu. "Mekânın kapısında baskın sonrası muhtemelen basın da olacaktır." Koridorun sonunda demir bir kapıya vardığımızda, kapıyı iterek önce benim çıkmam için kendini geri çekmişti. Dikkatli bir şekilde ıssız bir sokağa adım atarken Devrim'in elini bırakmadan onun da çıkmasını bekledim.
Devrim etrafına kısa bir bakış atıp, cebinden telefonu çıkarırken, aniden içime çektiğim hava zihnimde tozların altında kalmış basit isteklerime dokundu. "Yürüyelim mi?" diye bastıramadığım bir heyecanla sordum. Telefonun ekranına inmiş bakışları önce bana ardından çevreye kısa bir bakış atıp yeniden bana dönmüştü. Kaşlarının ortasında bir çukur belirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kurt ve Kuzu
RomansaDevrim Karaoğlu hayatımdaki yangını görüp de sessiz kalmayan ilk kişiydi. Beni sevmeyen, hatta bunu belli etmekten çekinmeyen komşum olan bu adam, yangınıma sessiz kalmamıştı. Belki de Devrim Karaoğlu haklıydı. O bir kurt ve ben bir kuzuydum ama D...