Alnı alnıma yaslandı. Solukları soluklarıma karıştı. Beni geride bırakacağına dair yaşadığım panik saniyeler geçerken, üzerimize yağmak istemeyen bir buluta dönüştü.
Parmaklarım gömleğin yakasına sıkıca tutunmaya devam ederken, "Karaoğlu!" diye bir haykırış gevşemeye başlayan kaslarımın yeniden gerilmesini sağladı. Devrim koyu mavilerini sertçe kapattığında, yüzünde oluşan ifade şu an onu çağıran kişiye kendi ölümünü çağırdığını anlatıyordu. Ben görüyordum ama Sado görmüyordu. "Çıksana lan dışarı!"
Parmaklarım yanağındaki sakallarının üzerine yerleşirken, "Devrim," diye fısıldadım sessizce. Kahvenin açık tonuna geçiş yapan sakalları avucumu çizdiğinde, Devrim yine de koyu mavilerini kirpiklerinin altında gizlemeye devam etti. Gergindi. Sabrının sınırlarında olduğunu biliyordum. "Gitmeyi aklından bile geçirme," dedim tekrar kaşlarım çatılırken. Tüm duygularım karman çormandı ama giderse peşinden gidecek kadar gözü karartmıştım. "Beni bırakmana izin vermeyeceğim." Sesimin telaşı, onun dikkatini sonunda çekmiş olacak ki, koyu mavileri bir fırtınanın ortasında kalmış olsa bile bana açıldı. Beni gördü ve ardından hiç beklemeyeceğim bir şey yapıp gülümsedi. Sakallarının arasındaki parmaklarım hareketi yüzünden gülüşünün üzerine denk geldiğinde, kalp atışlarım da aynı hızda değişmişti.
"Gitmiyorum," dedi. Beni inandırmaktan çok büyük bir derdi varmış gibi söyledi bunu. Elinde sıkıca tuttuğu silahına rağmen, gözlerinde kalacağına dair yerleştirdiği ifadesi gevşememi sağladı. "Seni geride bırakmak, aklımı burada bırakmak demek. Ve bu akıl sende kalınca ben işe yaramaz birine dönüşünüyorum cam göz."
"Güzel," dedim başımı sallarken, alnım alnına yaslanmıştı. "Arada doğru kararlar da verebiliyorsun komutan." Birazdan çevremizi eli silahlı adamlar saracak olabilirdi ama benimle kalıyor olması göğsümün üzerine oturan ağırlığın hafiflemesini sağlamıştı. Birisi beni geride bırakmamıştı. Ve o birisi öylesine biri değildi.
Devrim'di.
Sevdiğim adamdı.
Çok yakınımızda adım sesleri geldiğinde, Devrim zaten biliyormuş gibi yakasına tutunan parmaklarımı büyük avucunun içine aldı ve sıkıca sararak adımlamaya başladı. "Adımlarımı takip et," dedi önce. "Ayaklarına dikkat etmen için, adımlarımı izlemeni istiyorum."
Başımı sallarken, onun attığı adımları tekrarladım. Sessiz ama hızlı adımları sayesinde ormanın içine tekrar karışmıştık. Onun kadar hızlı olamadığım için adımlarını yavaşlattığını, düzene giren soluklarım sayesinde hissetmiştim.
"Neden bu kadar öfkeli?" diye merakla sorduğumda, etrafımızı saran sessizliğe güvenmiştim.
"Seni kaçırma isteğine karşılık verdim," dedi bir renk belli etmeyen tonuyla. Nasıl bir karşılık verdiğini o ân için sormak içimden gelmemişti. Karşılığı verenin Karaoğlu olduğunu biliyordum çünkü ve bu geçmişte otoparkta gözünü kırpmadan birilerini öldüren bir adamın karanlığıydı.
"Anladım," dedim başımı sallayarak. "Canı yandığı için senin canını yakmaya bu kadar istekli."
Yürümeye alışık olmadığımdan, kolayca yorulduğum için adımlarım duraksamıştı bu sırada. Devrim elimi bırakıp bana döndüğünde, yüzümdeki saç tutamlarını geriye çekti. Parmağı çeneme dokundu. "Yoruldun mu?" Koyu mavileri gözlerimi yokladı. Başımı salladım. "Biraz daha dayan. Sağ taraftan arabanın olduğu yola çıkacağız."
"Orman bu kadar büyük olmasına rağmen, nereye gideceğimizi nasıl biliyorsun?" Şaşkınlığım sesime de bulaşmışken, yeniden adımlamaya başladık ama halim yoktu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kurt ve Kuzu
RomanceDevrim Karaoğlu hayatımdaki yangını görüp de sessiz kalmayan ilk kişiydi. Beni sevmeyen, hatta bunu belli etmekten çekinmeyen komşum olan bu adam, yangınıma sessiz kalmamıştı. Belki de Devrim Karaoğlu haklıydı. O bir kurt ve ben bir kuzuydum ama D...