Devrim Karaoğlu hayatımdaki yangını görüp de sessiz kalmayan ilk kişiydi.
Beni sevmeyen, hatta bunu belli etmekten çekinmeyen komşum olan bu adam, yangınıma sessiz kalmamıştı.
Belki de Devrim Karaoğlu haklıydı. O bir kurt ve ben bir kuzuydum ama D...
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
İnsanı olgunlaştıran, onun büyümesini sağlayan hayatının hangi döneminde attığı adımlardır diye arada sırada kendime sorup, hayatım için farklı cevaplar bulduğum çok olmuştur.
Abimden ayrı kalmayı seçip, bir aileye sahip olmayı istemem, karanlık bir odada korkularımla yalnız kalmam, hayalimdeki mesleği yapmak için sesimi çıkarmam ve istenmeyen kişi olduğumu kabullenmem. Tüm bunlar hayatımın farklı evrelerinde aynı soruya verdiğim farklı yanıtlardı.
Ama şimdi tüm bu olgunlaştığımı düşündüğüm evrelerin tam ortasında bugün bu soruya asla olgunlaşmadığım yanıtını verecek duruma gelmiştim. Kendimi çocuk gibi hissediyordum. Küçük, mızmız, her şeyden şikayet etmeye hazır bir çocuk gibiydim. Ve tüm bunların başlaması Devrim'in gidişiyle ilgiliydi.
Devrim'in gitmeden önce kurduğu son cümle, beni muhtemelen bir daha asla kıramaz dediğim noktada gelmişti. Kendi içinde bir şeyleri bitirmeye fazla istekli davranması, yine reddedilmiş gibi hissetmeme neden olmuştu.
Onunla aramdaki hiçbir şeyi sorgulamama kararıma, hatta onun dudaklarımdaki izleri silmesini bile konuşmaya çekinmiş olmama karşılık sanki çok büyük bir adım atan benmişim gibi bundan kurtulmaya çabalıyordu.
Hareketlerine anlam yüklemeyen ben iken, suçluymuş gibi hisseden yine bendim. Beni sürekli duygu karmaşasına iten tavırları artık neyi düşünüp, neyi sorgulayacağım konusunda da denge kaybı yaşamama neden oluyordu. Kendimi onun tarafından yönetilen bir kukla gibi hissetmem de bu yüzdendi.
Haftanın ilk günü tüm bu karmaşanın içinde geçerken, korumaların artan sayısı dikkatimi çekmişti. Bu güvenlik konusunda endişemi biraz olsun dindirirken, yine de Devrim'e hissettiğim kırgınlığın öfkeye dönüşmesini engelleyememiştim. Sezgin abi yanımda olduğu için beraber vakit geçirdiğimizde bile aklımın büyük bir köşesini gasp eden Devrim'di.
İkinci gün ilk güne kıyasla güne daha zinde başlamış, kendimi Devrim konusunda biraz olsun sakinleştirmiştim. En azından bu konuyu düşünmek için doğru bir zaman olmadığını kendime kabul ettirmiştim. Lale'nin kahvaltıya Sezgin abiyle beni çağırması da tüm bunların üzerine zihnimdeki buhranı biraz daha geriye itelememi sağlamıştı. Lale Mirza'nın Pusat'la bir iş seyahatinde olduğunu söylediğinde şaşırmamış aksine bir şey anlamasınlar diye ilgili davranmıştım. Sezgin abinin onlarla gitmeme nedeni de muhtemelen görevden yeni dönmüş olması ve benimle kalmak istemesiydi. Güzel başlayan kahvaltı, masanın üzerinde çalan telefonla zihnimdeki buhranı büyük bir kaosa dönüştürecek bir etkiye neden olduğunda, kendimi dünden daha kötü hissetmiştim.
Arayan Mirza'ydı. Lale aramayı heyecanını belli etmemeye çalışarak cevaplandırdığında, elimde sıkıca tuttuğum çatalı tabağın kenarına iliştirmiştim. Gittikleri görevin tehlikeli olduğunu bildiğimden, nasıl olduklarını merak ediyordum ama arama yapabileceklerini bilmiyordum. Bu yüzden şaşkınlığım, konuşmanın başını kaçırmamı sağlamıştı.