LXXXIV. Ateş & Kuş

5.9K 362 39
                                    

Başkan'ın beklenmedik çağrısı üzerine Grand Royal'a gitmek için hazırlandıktan sonra, makyaj masamın önünde oturmuş, parmağımdaki yüzüğü inceliyordum. Benim için oldukça yeni, farklı bir duyguydu. Elimi birkaç kez evirip çevirdikten sonra derince nefes verdim. Yüzüğün fiziksel bir ağırlığı olmasa bile, ruhsal olarak kesinlikle olgunlaştırıyordu. Kendimi beş yaş daha büyük hissediyordum.

Kapım çalındığında, Aleah cevap beklemeye zahmet etmeden kafasını içeriye uzattı. ''Kral seni bekliyor, hazır değil misin?'' Yumuşak sesiyle nazik şekilde sorduğunda, aynadan kendime son kez baktım. Saçlarımı özlüyordum. Saçlarımı gerçekten özlüyordum. Yine de, bir şekilde kendimi teselli etmek zorundaydım. Aynaya her baktığımda karşılaştığım peruk, beni Beatrice'i düşünmeye itiyordu. Her gün onun hakkında uzun saatler boyu düşünüyor, ona olabilecek en kötü şeyleri yapabilmek için sağlam ve sarsılmaz bir zemin hazırlıyordum.

İşe, Başkan'ın icabına bakmakla başlayacaktım. Açıkça Beatrice taraftarı olan Başkan, şehrime adım atmakla büyük bir cesaret örneği göstermekle kalmamış, beni de oldukça memnun etmişti. Onu Jackson'da ağırlamaktan elbette memnuniyet duyardım.

Bacaklarımı olduğu gibi saran deri pantolonun beni sıcaklatmasını görmezden gelerek, Aleah'ın aralı bıraktığı kapıdan dışarı çıkıp aşağıya indim. Salondaki gergin havanın nedeni belirsizdi. Adrian telefonla konuşurken bir şeyler mırıldanıyor, aynı zamanda gözlerini üzerimde gezdiriyordu. Claude'un yanına gidip, bir şeyler söylemesini bekledim.

Kral adımlarını mutfağa doğru çevirirken, Claude oturduğu koltukta bana döndü. ''Başkan'ın burada olması seni de şaşırtmıyor mu?'' Kaşları hafifçe çatılmıştı ve ne yapmaya çalıştığımı çözmeye çalışır gibi bir hali vardı.

Ona yarım ağız gülümsedim. ''Buraya gelen misafirlerimize iyi davranıyoruz, Claude. Biz misafirperver bir türüz. Kediler cömerttir.'' Başkan'a ne kadar cömert olduğumu gösterecektim. Öyle ki, şaşkınlıktan ağzını bile kapatamayacaktı.

Claude konunun daha derinine inmeyip, konuşmayı kesti. Adrian yeniden aramıza döndüğünde, gitmek için hazır gibi görünüyordu. ''Lanet devlet büyükleri,'' dedi sinirle. ''O adamı en başından öldürmeliydim. Zaten karısı da kaltağın teki.''

Başkan hakkındaki öfkesi karşısında tepkimi bozmadım. Birkaç planım vardı elbet. Adrian'a söylememiş olsam da, planımı uygulamaya geçirdiğimde bundan hoşlanacağını az çok tahmin edebiliyordum.

''Gidelim.'' diyerek beni kapıya yönlendirdiğinde, Grand Royal'a varmak için sabırsızlanıyordum. İşte nihayet, keyfimi gerçekten yerine getirecek bir şey oluyordu.

***   ***   ***

Otele vardığımızda ve kapıdan içeri girerken, keyfim yerindeydi. Ardımızdan gelen vampirler, etrafı kontrol edip Başkan'ın herhangi bir entrika düzenlemediğinden emin oluyorlardı –ki zaten böyle bir şeyi benim şehrimde düzenlemesi imkansıza yakındı. Bu kadarına cesaret edebileceğini düşünmüyordum.

Resepsiyon bizi en pahalı ve en geniş daireye yönlendirdiğinde, asansörde dakikalar geçmek bilmemişti. Adrian'ın gözleri her an üzerimdeydi çünkü muhtemelen neden bir anda bu kadar keyifli birine dönüştüğümü sorguluyordu. Onu bu konuda suçlamam yanlış olurdu.

Otel odasından girer girmez, en çarpıcı ve muhtemelen en sahte gülümsemelerimden birini takındım. ''Sayın Başkan.'' diyerek selamladım, Adrian'dan önce davranarak. Belki girişimime kızacaktı ama, işimi uzatmak istemiyordum.

PHENOMENALHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin