LXXXVIII. Çelişki & Karanlık

4.9K 353 28
                                    

Kendi şehrimi sessiz sedasız terk etmek benim için görüldüğü kadar kolay değildi. Karşısında durduğum, Jackson'ın sınırlarının dışında kalan orta halli otel, kimsenin Kral'ı bulmak için gideceği yerlerden sayılmazdı. Şimdi, sanki onun arkasından iş çeviriyormuş gibi buraya gelmemin ne kadar doğru bir karar olduğunu sorguluyordum kendi kendime.

''Girecek miyiz?'' diye sordu Claude, düşüncelerimi bölen kısık sesiyle. Söylediklerinden pişman olmuş gibi bir hali vardı. Muhtemelen bu halde buraya kadar gelmekle kendime ne kadar eziyet çektirdiğimin farkındaydı. İtiraf edemese de, suçlu hissettiğini anlamak zor değildi.

Başımla hafifçe onaylayıp, benim için kapıyı açmasına izin verdim. Otele adımımı atar atmaz içerideki hareketlenmeyi anında hissetmiştim. Elbette, Adrian buraya tek başına gelmemişti. Benim girdiğimi görür görmez, vampirlerden biri ona haber vermeye gitmiş olmalıydı.

''Bayan Deeper,'' dedi nazik bir ses, dikkatimi dağıtarak. ''Buraya geleceğinizden haberimiz yoktu.'' Bana doğru attığı adımlarını belirli bir mesafede durdurdu. Ellerini arkasında birleştirmiş, yüzüne ise sahte bir gülümseme yerleştirmişti.

Ona cevap vermeyi es geçerek, gözlerimi asansöre çevirdim. Kat kat aşağıya inen rakamlardan sonra, lobide çınlayan bir ses duyuldu ve kapılar iki yana açıldı. Kral'ın asansörden dışarı attığı kararlı adımlarının sesi, kendi nefes alış-verişlerim dışında duyabildiğim tek şeydi.

Bana yaklaşırken tereddüt etmedi. Öyle ki, yüz ifadesinden ne düşündüğünü bile çözemiyordum. Belki kızmış, belki sinirlenmişti. En ufak bir fikrim dahi yoktu. Tam önümde durup, çenemi tutarak yüzümü hafifçe kaldırdı. ''Dinlenmen gerekiyordu.''

Başparmağı dudağımın kenarını okşadığında, harcadığım fazla enerji etkisini göstermeye başlamıştı. Gözlerimi açık tutmakta zorlanırken, terlediğimi ve bacaklarımın isteğim dışında titrediğini hissettim. Kral anlamış olacak ki, kimsenin bir şey fark etmesine izin vermeden tek kolunu belime dolayıp, asansöre binmeme yardım etti.

Claude'a bakmadım, çünkü fazlasıyla kendimle meşguldüm. Beni orada bekleyeceğini bildiğimden pek fazla da dert etmedim. Asansör kapıları kapanır kapanmaz, derince nefes verip, Adrian'ın beni göğsüne yaslamasına izin verdim. Sırf, onun beni tutuşu sayesinde ayakta kalabiliyordum.

''Tamam, neler oluyor?'' dedi, perişan halim karşısında. Ondan azar yemeye niyetli değildim, fakat dilim damağım öylesine kurumuştu ki, kelimeler ağzımdan çıkmıyordu. Tişörtünün iki yanından sıkıca tutunup, gözlerimi açık tutmaya çalıştım.

''Ölüyorum.'' diyebildim en sonunda, zorlukla. Asıl demek istediğim bu olmasa bile, şimdi onunla Desiree meselesini tartışacak kadar kendimde değildim. Güçsüz olmaktan, zayıf hissetmekten nefret ediyordum. Bu şekilde devam ederse, planlarımı gerçekleştirmemin hiçbir yolu yoktu.

Kapılar açılır açılmaz, ayaklarım yerden kesildi. Adrian beni koridorun en ucundaki odaya taşırken, başım arkaya düştü. Sırtım yatağın yumuşak zemini ile buluşana dek bekledim. Beni bırakır bırakmaz odanın açık kalan kapısını kapatıp, yanıma oturdu. ''Afrodit senin enerjini kullanıyor olmalı. Endişelenme, o yok olsa bile sen yaşamaya devam edersin. Andrew'ı hatırla, hala hayatta. Tanrıça yalnızca yaşam mücadelesi veriyor.''

''Böyle devam edemez,'' dedim anlaşılması güç bir tonda. ''Farkında olmadan beni tüketiyor. Ona bu şekilde yardım edemem.'' Afrodit'in beni bu denli sömürmesine hiç olmadığım kadar kızgındım. Beni bu halde bırakarak nasıl onu kurtarmamı bekliyordu, bilmiyordum. Kurumuş dudaklarımı dilimle ıslatmaya çalıştım.

PHENOMENALHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin