LXXXIX. Yalan & Gözyaşları

5K 326 14
                                    

Babam ve kardeşimin mezarı önündeyken, onlardan başka bir şey düşünmek istemiyordum. Afrodit ile bağımı kopardıktan sonra hissettiğim eksiklik, beni buraya getiren asıl nedendi. Bağı kopardığımda sırf tanrıçadan kopuşumu değil, bir zamanlar sahip olduğum tek ailemin şimdi olmayışının gerçekliğini de hissetmiştim.

Afrodit bu zamana dek duygularımın işe karışmasını engellemek için, içimdeki baba ve kardeş eksikliğini bir hayli doldurmuştu. Bunu daha yeni yeni fark ediyordum, çünkü o gittiğinden bu yana içim özlem ile dolmuş, kapalı bir kutuda saklanan duyguların tüm saflığıyla gün yüzüne çıkmıştı. Öyle ki, içim buruklaşmış, kalbimde daha önce çok az defa yaşadığım o can yakıcı duygu yenilenmişti.

Bir süre, dört ayağımın üzerinde ve kedi formumda, orada kaldım. Tanrıça kızmıştı, ve aklımı başıma toparlamamı istediği belliydi. Benim ondan aldığım şeye, benden aldığı şeyle karşılık vermişti. Onu suçlayamazdım ama bunun beni sersemleteceğini tahmin ediyor olmalıydı. Bu zamanda, bu duygularla baş etmeye çalışmam benim için ek bir zorluktu.

Duygularımı rafa kaldıralı uzun zaman olmuştu ama şimdi tümünü Afrodit'e borçlu olduğumu hissediyordum. Bununla birlikte gelen kendime güven eksikliği, sinirlerimi daha fazla bozdu. Bu ben değildim. Her şeyi atlatacak, her şeyin üstesinden gelebilecektim. Kimseye ihtiyacım yoktu.

Mezar taşlarının etrafında bir kez daha dolandıktan sonra, ritimli bir tempoda eve doğru koştum. Andrew'ın gelmesini bekleyecek, ve yanında annemi de getirmiş olmasını umacaktım. Planlarım daha fazla bekleyemezdi. Ben de öyle.

***   ***   ***

''Ve sen, içinde bulunduğumuz bu durumda tek başına hareket edemezsin. Seni güvende tutmaya çalışıyorum, neden inat ediyorsun?'' Kral karşımda kollarını çaprazlamış şekilde benimle ciddi bir konuşma yapmaya çalışırken, yüzüne karşı sıkıntılı bir nefes verdim. Bunun zamanı değildi.

''Beni kontrol etmeyi bırak. Nasıl hissettiğimi bilmiyorsun, Afrodit'in elçisi olmanın ne demek olduğunu bilmiyorsun. Kendimi savunabilirim, yalnızca beni kontrol etmeyi bırak.'' Ona son kez söyleyip, cebimde titremeye başlayan telefonumu çıkardım. Tam o anda konuşacak olan Adrian, ilgimin telefondaki sese kaymasıyla çenesini kapattı. Bunun onu kızdırdığını anlamak zor değildi.

Bir yandan Andrew'ın söylediklerini dinlerken, diğer yandan Kral ile bakışıyordum. Andrew'a onay verip telefonu hızlıca kapattığımda, Kral'ın gözleri hala benim üzerimdeydi. Odada dolaşmayı bırakıp, koltuklardan birine oturdum. Tüm konuşmamızı dinlemiş olduğundan, ona anlatmama gerek kalmayacaktı.

''Oraya vardığında dikkatli olmalı. En ufak bir hata, hepimizi dönüşü olmayan şeylere sürükler.'' Uyarırcasına söylediği şeyi, kafamı sallayarak onayladım. Haklıydı, ve Andrew'ın tüm bunların farkında olmasını umuyordum. Bu basit, hafife alınacak bir konu değildi. Her ayrıntısını kafamda ilmek ilmek dokumuş, işlemiştim. En ufak bir hataya ya da yanlışa yer yoktu.

''Zor olacak,'' dedim uzun süreden beri ilk defa bedensel olarak rahat hissetmenin eşliğinde. ''Ama Andrew'ın yapabileceğine inanıyorum. Annem buraya geldikten sonra, işte o zaman her şey başlayacak.''

Kalçasını yaslandığı duvardan çekerek bana doğru yürüdü. Adımları yavaş ama kararlıydı. Tam yanıma oturup, ellerimi elleriyle kavrayıp kucağına koyduğunda, söyleyeceği şeye kendimi hazırladım. ''O hala senin annen,'' dedi sorar tonda. ''Bunu yapmak istediğinden emin misin? Hala vazgeçebilirsin, hiç geç değil.''

PHENOMENALHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin