XCIX. Şimşek & Ölümlülük

5.1K 350 46
                                    

''Güzeller güzeli, kimsenin dilinden düşürmediği, herkesin korkuyla yanaştığı fakat hayranlıkla baktığı kız; Daisy!'' Elçi yüzüne yapışmış iri gülümsemesi ve kendini beğenmiş, kibirli tavırlarıyla söyledi. Nihayet elinde salladığı silahla etrafa rastgele ateş açmayı bırakmış, Kral'ın karşısına geçerek ona karşı büyükleniyordu. Yaptığı hatadan tamamen habersizdi.

Kendine olan güveni en üst seviyedeyken, başka hiçbir şey düşünemez olmuştu. Zeus, tanrılar tanrısıydı. Onun elçisi ise, kazanmayı hak eden tek kişiydi. Bu düşünceyle yola çıkmış, herkes birbiriyle savaşırken sessiz kalmıştı genç adam. Ve şimdi ise, sona kalan iki elçiden bir tanesiydi. Diğer tarafta, tanrıları ve tanrılara hizmet eden yaratıkları baştan çıkartmaktan başka işi olmadığı belli olan Afrodit'in bu oyunu kazanmasına izin vermesine imkan yoktu. O, tek galipti.

''Zeus her zaman en büyük, en kudretli olandır! Şimdi, sana ona itaat edip kendi yenilgini kabullenme ve canını onun uğruna teslim etme hakkı veriyorum.'' Adam ritmik bir tonda, melodik ve ezberlenmiş olduğu belli bir ses düzeyinde söylediğinde, Daisy çektiği acıya rağmen gülümsemeyi başardı. Hah! Ne de kibirliydi ama. Artık köprünün ucuna kadar gelmişken pes etmeye, aşağıya düşmeye katlanamazdı. Nasıl yapacaktı bilmiyordu ama, bugün burada ölmeyecekti.

''Beni bu iki yanıma cesetlerini asmış olduğun elçilerle karıştırma,'' diye söyledi kendinden emin bir şekilde. Sözlerini teker teker seçiyor, onu tamamen kızdıracak kelimeler kullanmamaya dikkat ediyordu. ''Ben kimseye itaat etmem. Senin yaptığın gibi temsil ettiğim tanrıya güvenmek yerine, kendime güvenirim. Tanrı ve tanrıçaların istedikleri şey de bu. Yine senin yaptığın gibi, sırtımızı onlara dayamamızı istemiyorlar.''

Zeus'un elçisi dudaklarını büktü ve kafasını birkaç kere salladı. ''Bu konuda bilgili görünüyorsun,'' dedi ona doğru ufak adımlar atarak. Kızın acı çektiğini görebiliyordu. Kelepçelerin kestiği bileklerinden akan kanlar kollarından omzuna doğru yol almaya devam ediyordu. ''Nasıl oluyor da, böyle bir durumdayken hala küstahlık yapabiliyorsun?''

Daisy, dudaklarına acıyla karışık bir gülümseme yerleştirdi. ''Sen Kral'ın evini böylece basıp onu görmezden gelebilecek kadar cesaretliyken, benim bu küstahlığım yanında hiç kalır!'' Alaycı sözleri, karşısındaki elçinin sinirle kıkırdamasına sebep oldu. Teki silahlı olan iki elini arkasında birleştirip, patron havasında sırtını dikleştirdi.

''Herkesin asırlar boyu yenilmez olarak gördüğü bu yaşlı adamı denemek istedim sadece,'' diye itiraf etti keyifle. ''Ama sandığımdan daha kolay oldu. Görünen o ki, ona sadakatiyle bilinen aptal, his yoksunu bu vampirlerin bileklerine yerleştiren bir çip, Kral'ın tüm otorite ve gücünü yok edebiliyor.'' Elçi arkasını dönüp, dakikalardır sanki orada değilmişcesine bahsettiği Kral'a baktı.

Adrian, elçinin bakışlarına karşılık vermekten çekiniyordu. Öyle ki, kendini tutmaya çalışmasının tek nedeni Daisy idi. Yaptığı en ufak bir harekette bıçağı kızın karnına saplayacak olduklarından, olduğu yerde hareketsiz kalmak için uğraşıyor, elçinin sözlerini duymamak, cesaret dolu bakışlarını görmemek için çabalıyordu.

Vampirlerin ihanetinin nedenini şimdi kavramıştı. Hiçbiri, kendi özgür iradelerine sahip değillerdi. Hepsi birer birer esir alınmış, kollarına yerleştirilen o aletlerle aptal robotlara dönüştürülmüşlerdi. Gözlerini kapatıp, tümüne birden seslenmeye çalıştı Adrian. Eğer tek bir tanesini bile uyandırabilirse, işi kolaylaşacaktı. O, baş vampirdi. Liderdi. Kraldı. Diğer vampirlerin tümü onun soyundan geliyordu ve hepsiyle arasında bir bağ vardı. Yapması gereken tek şey, o bağa ulaşmaktı. Gerisi kendiliğinden gelecekti zaten.

PHENOMENALHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin