L. Rahibe & Ödeşme

6.7K 444 23
                                    

Claude geldiğinde, Ren ile işim biteli çok olmamıştı. Kapıdan içeri girer girmez, kafasını yana yatırarak, yorgun bakışlarını bana yönlendirdi. ''O nerede?'' diye sordu, ben ayağa kalkmaya yeltenmişken.

''Acıdan bayıldı. Banyoda.'' Açıkçası, Ren şimdi geberip gitse bile, umrumda olmazdı. Claude'u buraya yalnızca yarım kalmış işimi tamamlaması için çağırmıştım. Ren'i önemsemiyor, ya da onun hakkında düşünmüyordum. Bildiğim tek bir şey varsa bile, onun sürüdeki diğerlerine acı bir örnek olacağıydı.

''Özür dilerim,'' dedi Claude mahcup ifadesinin arkasından. ''Yaptıklarından daha önce haberim olsaydı, cezasını çoktan verirdim.'' Gözleri, tavrımı anlamak istercesine yüzümde gezindi. Tüm suçu ona yüklemem haksızlık olurdu.

''Aynısının ya da benzerinin yeniden tekrarlanmasını istemiyorum. Artık, daha dikkatli ol.'' Soğuk denilebilecek kadar düz bir ses tonuyla konuştum. Kolumdaki saat, güneşin batmak üzere olduğunu haber veriyordu. Claude'u geçip, kapıya yürüdüm. ''Kalıcı yaralar vermekten korkma,'' dedim Renier'ı kastederek. ''Bunu çoktan hak etti.''

Beni ufak bir baş sallamayla onaylamasının hemen ardından, Renier'ın evinden çıktım. Claude, kendi arabasının anahtarını, kullanabilmem için kontakta bırakmıştı. Arabaya atladım, ve direksiyonu Aiden'ı bulabilmek için gidebileceğim, aklıma gelen ilk yere kırdım.

Amtrak Jackson Tren Garı'na doğru sürerken, aynı anda ne kadar fazla şey düşündüğümün, ve ne kadar fazla şeyle ilgilendiğimin farkına vardım. Ve tüm sorunlarımın temel nedeni, erkeklerdi. Bazen, gerçekten hepsinden nefret ettiğimi düşünüyordum. Burada kendi şehrimde, kendi evimde olmama rağmen, babam ve kardeşimin mezarını ziyaret edecek vakit dahi bulamamıştım. Kendimi suçlu hissetmekten alıkoyamıyordum.

Tren Garı'nın önüne yanaştığımda, tahminlerimin beni yanıltmamış olduğunu gördüm. Aiden, elindeki fotoğraf makinesiyle buranın resmilerini çekiyor, kendi halinde ortalıkta dolanıyordu. Uyarıcı şekilde kornaya bastığımda, irkildi. Göz göze gelmemizle beraber suratına yayılan derin sırıtışla, arabaya doğru yürüdü.

Motoru kapatıp, koltuğumu geriye çektim. Aiden yan koltuğa binip kapıyı kapatırken, hınzır ifadesi tüm yüzünü kaplamıştı. Ondan beklenenin aksine, davranışlarının arada bir ne kadar çocuksu olduğu gözümden kaçmamıştı. ''Selam, kedicik.'' Beni, neşeli bir sesle selamladı.

Derince nefes verip, kafamı arkaya attım. ''Aiden, biliyorsun ki bir şehre iki elçi fazla. Söylesene buraya nasıl girebildin?''

Sıkılmış gibi, dudaklarını büzdü. Kamerasını arka koltuğa atmasının hemen ardından, tüm dikkatini bana verdi. ''Aslında, oldukça basit oldu. Adrian Washington'a gittiğinde ve New Orleans giriş-çıkışlarını kapattığında oraya nasıl girebildiysem, buraya da aynı şekilde girdim.''

Tek kaşımı kaldırarak ona baktığımda, kendiyle gurur duyuyor gibiydi.  ''Bunun için seni alkışlamam mı gerekiyor?'' diye sordum. Eğer tebrik, sürpriz pasta ya da kutlama bekliyorsa, büyük hayal kırıklığına uğrayacaktı.

''Senin seçimin,'' dedi alayla. İyice arkasına yaslanıp, koltukta rahat bir pozisyon aldı. ''En azından, planım zekice olduğunu kabul etmelisin. Seni Kral'dan ayırabilmemin tek yolu buydu.''

Direksiyonu kavrayan parmaklarımı serbest bırakıp, onları kucağıma yerleştirdim. ''Umarım beni buraya getirtmek için iyi bir nedenin vardır.'' Cümlem, ağzımdan daha çok soru sorar gibi çıkmıştı. Boşu boşuna buraya gelmiş olmak istemiyordum. İki gündür, tüm zamanımı araştırma yapmak üzerine harcamıştım.

PHENOMENALHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin