LXXXV. Açıklama & Tesadüf

6K 371 25
                                    

Andrew'a her şeyi baştan sona anlatırken, beni sözümü kesmeden dinlemişti. Konuşmamı tamamlayıp derince nefes verirken, arkasına yaslandı. ''Bu oldukça sert.'' Yukarı kaldırdığı kaşları ve önünde çaprazladığı kolları, eleştiriseldi.

''Ne yapsaydım,'' dedim umursamazca. ''Beatrice sürtüğü durmak nedir bilmiyor.'' Öyleydi de. Ben ondan ne kadar uzak kalsam, o bana o kadar yaklaşıyordu. Yakında onun işini tamamen bitirecektim. Yalnızca ayrıntılarda takılı kalmıştım.

''Bilemiyorum, Daisy. Eminim orada olup boğazına bıçak geçirilmiş bir adam görmek istemezdim.'' Açıkça söylediğinde, tek tepkim omuz silkmek olmuştu. Tüm bu yaptıklarım azdı bile. Beatrice ve onun yalakaları, bundan çok daha fazlasını hak ediyorlardı.

''Adam beni öldürmeye çalıştı. Başkan ya da her ne ise umrumda değil. Onun yanlısı insanlarla baş edebilirim.'' Amerika'da onun destekçileri hatırı sayılır derecede fazlaydı fakat yapabilecekleri en büyük şey isyan etmek olurdu.  Vampir cemiyeti tek başına bile onları bastırabilecek kadar güçlüydü.

Tamamen Adrian'a güvendiğim ya da sırtımı ona yasladığım yoktu. Elbette isyanı kendim de bastırabilirdim lakin bu medyanın beni kötülemesi ve diktatör kralın bir numaralı yancısı etiketini yapıştırması için zirveye taşırdı. Şimdilik, görünmez olmak istiyordum. Televizyondan uzak kalacaktım.

''Başına fazladan iş açıyorsun,'' diye yakındı, Andrew sıkıntıyla. ''Kendini yormayı bırak.'' Boşalan kahve fincanlarımızı mutfağa götürmek için ayağa kalktığımda söyledi.  Fincanları lavaboya koyup, salona geri döndüm.

''İdare ediyorum. Beni dert etme.'' Bir şekilde kendi başımın çaresine bakabiliyordum ve bu yüzden pek sıkıntım yoktu. Aynaya bakmaktan eskisi kadar çekinmiyordum. Hatta, onlarla dost olduğum bile söylenebilirdi. Kendime her bakışımda, Beatrice gözümün önünde canlanıyordu. Onun yüzünden kaçan uykularımın ve saçlarımın hesabını elbet er ya da geç verecekti.

Adrian ona verdiğim yedek anahtarla kapıyı açıp içeri geldiğinde, anahtarları alelacele koltuğa fırlattı. Yanıma gelip dudaklarıma hızlı bir öpücük kondurduğunda, gülümsedim. Kendini karşımızdaki koltuklardan birine atar atmaz, gözlerini üzerime dikti.

''New Orleans'tan bu kadar hızlı dönmeni beklemiyordum,'' diye itiraf ettim. ''Evin durumu nasıl?'' Kral'ın onca senelik, neredeyse antika sayılabilecek geniş malikanesinin yangında ayakta durmasını takdir ediyordum. Karşılanamayacak kadar fazla hasar olmaması güzeldi.

''Tahmin ettiğimden daha hızlı onarılıyor,'' dedi gözlerindeki parıltıyla. ''Fazla zamana gerek kalmadan oraya geri dönebileceğiz.''  Cümlesinin içindeki gizli soru işaretleri rahatça anlaşılıyordu. Buraya yeniden alışmışken, onunla New Orleans'a gidip gitmeyeceğimi düşünüyor olmalıydı.

Elbette onunla gidecektim. Yalnızca şimdi bunun hakkında konuşmak için erkendi, bu yüzden ona kafasındaki soru işaretlerini silecek herhangi bir şey söylemedim. Zamanın ne getireceği belli olmazdı ve ona önceden söz vermek istemiyordum.

Andrew ayağa kalkıp, iç çekti. ''Gitsem iyi olacak. Kahve için teşekkürler, Daisy.'' Onun peşinden kapıya kadar yürüyüp, ona eşlik ettim. Dışarı çıktığında, vedalaşmak için bana baktı. Konuşmak için açılan ağzı, cebinde ansızın çalan telefonun kulak tırmalayıcı sesiyle kapanmıştı.

Telefonu çıkarıp, hattın diğer ucundaki kişiye cevap verdi. Kapıya yaslanmış görüşmesini bitirmesini beklerken, arkamdan yaklaşan bedeni ve kulağımın yanındaki dudakları hissettim. ''Aleah ve Claude nerede?'' dedi Kral, yavaşça. ''Finn de ortalarda görünmüyor.''

PHENOMENALHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin