LXXXVII. Acı & Kıskançlık

6.5K 351 37
                                    

''Daisy, iyi misin?'' dedi Adrian yeniden, belki yüz bininci defa. Aynı konuşmayı kaç saattir yapıyorduk emin değildim. Hissettiğim tek şey üzerimdeki geçmek bilmeyen yorgunluk hissiydi. Kolumu kaldıracak halim dahi yoktu.

''Adrian, kanından daha fazla içmem hiçbir işe yaramıyor, görmüyor musun?'' Sesimin sertliği, tamamen isteğim dışında gelişmişti. Aniden çıkışıvermem karşısında, hizalı kaşları hafifçe çatıldı. Alnıma bıraktığı öpücüğün hemen ardından, burunlarımızı birbirine sürttü. Gözlerini benimkilerden ayırmıyordu.

''Neden böyle olduğunu bilmiyorum, ve daha kötüsü, nasıl düzelteceğimi de.'' Sıkıntılı sesi hayatı boyunca pek sık karşılaşmadığı çaresizlik duygusuyla birleştiğinde, onu nasıl teselli etmem gerektiğini bilememiştim. Benim için uğraşıyordu fakat ikimiz de birbirimize yardım edemiyorduk. Çokça enerji harcayacağımı umursamadan uzandığım yerden doğruldum ve onunla aynı hizaya geldim.

Tanrıçanın beni yanına alıp olan biteni göstermesi, beraberinde bazı geri dönüşleri de getirmişti ne yazık ki. Görenleri dehşete düşürecek derecede kızarmış gözlerim ve rengini tamamen kaybetmiş tenim, cildimin soğukluğuyla bezenmişti. Diğer tarafı ziyaret etmemin üstünden yalnızca birkaç saat geçmiş olsa bile, zaman kavramımı kaybetmiş gibiydim. Arada bir gözlerimin önünden kayan görüntüler ve midemi bulandıran iğrenç his, yaşama enerjimi söküp atıyordu içimden.

''Tahmin etmek zor değil,'' dedim zar zor konuşarak. ''Tanrıça zayıflarsa, elçisi de zayıflar. Tanrıça düşerse, elçisi de düşer.'' Her ne kadar içimden Afrodit'e lanet etmek geçse bile, benim için yapabileceğinin en iyisini yaptığını biliyordum. Muhtemelen o da diğer tarafta benden daha iyi durumda değildi ve şimdi, ikimiz de pes etmenin eşiğindeydik. Bu durumda daha ne kadar dayanabilirdim, emin değildim.

Kral gözlerini kapattı ve başını yukarı kaldırdı. Mükemmelliğini nasıl tanımlayabileceğimden, hatta tanımlanabilecek kadar mükemmel olduğundan şüpheliydim. Öyle ki, yeryüzüne düşmüş bir melekten çok daha fazlası, tanrıları kıskandırabilecek ve tanrıçaları yoldan çıkarabilecek şekilde kusursuz gözüküyordu.

Ona bakmak, çıplak gözle güneşe bakmaktan farksızdı. Yaydığı ışınlardan gözleriniz kamaşmıyordu belki ama, kesinlikle abarttığınızda sizi ağlatabilecek cinstendi. Sizi defalarca gerçek olup olmadığını sorgulamaya itiyor, bazen sırf onu düşünerek öylece dalıp gitmenize neden oluyordu.

Göz kapaklarımın üstünde ve hemen sonra yeniden alnımda hissettiğim yumuşak doku, gergince iç çekmem için yeterli bir sebepti. ''Seni bu kadar kolay kaybetmeyeceğim,'' dedi fısıltıdan öteye gitmeyen ses tonuyla. ''Hayatta kalman için ne gerekiyorsa yapacağım.''

Sözleri beni beklenmedik şekilde korkuttu. Yapabileceklerinin sınırının olmadığını biliyordum ve bunca şeyi yalnız benim için göze alacak olması, korkmam için yeterliydi. Bir vampir kızdığında, onun dehşetini tahmin edemezdiniz. Ve eğer yaşayan en eski vampiri kızdırdıysanız ve o sahip olduğu tek şey için savaşmaya hazırsa, bu global çapta katliam demekti. Vampirler umursamazdı, yalnızca gerektiğinde umursar gibi görünürlerdi. Bu da, dünyanın diğer tarafında yaşayan ve hiçbir zararı olmayan insanların acımasızca, sadece etrafa korku yaymak ya da vampirlerin deşarj olması için öldürülmesi demekti.

Kirli sakallarına dokunup yanağını belli belirsiz okşadığımda, onu yönlendirmem gerektiği gerçeği ortadaydı. ''Bana söz ver,'' dedim verdiğim derin nefesten sonra. ''Benim için kendi ismini tehlikeye atacak hiçbir şey yapmayacaksın. Masum insanların canını almayacaksın.'' Bir yandan, hala içimde biraz merhamet kırıntıları bulduğuma seviniyordum. Beatrice'in süpürdüklerinden arta kalanlar, hala derinlerimdeydi.

PHENOMENALHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin