C. Final

8.2K 402 92
                                    

Bir bölüm daha var, demek istediğim bu son bölüm değil. Diğer bölüm neler olduğunu tamamen anlayacaksınız. İyi okumalar.

-


Yatak odasının balkonundan geniş bahçeye bakıp, ortalıkta dolanan ve diğer elçilerin cesetlerini dışarıya taşıyan vampirleri boş bakışlarla izliyor, Andrew'ın öldüğü haberini yavaşça sindirmeye çalışıyordum. Aleah bana istemeyerek de olsa onun ani bir şekilde Jackson'da öldüğünü söylediğinde, Adrian bunu sona kalan ve kazanan tek elçi olmama bağlamıştı. Hephaistos zaten Andrew'ı terk ettiğinden, onu benim öldürmem gerekmiyordu. Ama görünen o ki, kazanan kişi ben olduğum sürece dünyada daha fazla barınamazdı.

İçeri dolan kurşunlar çoktan toplanmış, kırılmış pencerelerin yerine yenileri takılmıştı. Vampirler bu konuda bilinçli oldukları gibi, hızlılardı da. Bunu tahmin edebildiğimden, Adrian ortalığı toplama konusunu onlara bırakmamı isteyince, düşünmeden kabul etmiştim. Şimdi onları bu halde gördüğümde, yeniden yerinde bir karar verdiğim kanısına varmıştım.

Kral, ben odaya çıktığımdan beri ortalıkta görünmüyordu. Burada yalnız başıma neredeyse bir saat geçirmiş olmama rağmen, onun nerede olduğunu bildiğim söylenemezdi. Muhtemelen, kafamı biraz olsun toparlamam için bana zaman tanıyordu. Tüm bu olanlardan sonra, ihtiyacım olmadığını söylersem yanılırdım. Yine de, onu yanımda hissetmeyi yalnız kalmaya tercih ediyordum.

Sanki düşüncelerimi duymuş gibi, odanın içinden çıkıverdi aniden. Bir süre ikimiz de konuşmadık ve sessizlik büyüdü gitti. Sonra, derince nefes aldı ve bakışlarını bana çevirdi. Gerginliğini hissedebilmek mümkündü. Dikkatimi olabildiğince ona verdim. ''Benimle bir yere gelmeni istiyorum. Tamamen yalnız ve gözden uzak olacağımız, bir süre kalabileceğimiz bir yer. Eğer hemen çıkarsak, akşam olmadan yetişiriz.''

Konuşması hızlı, sözleri aceleciydi. İlk başta, yalnızca başımı salladım. Olayların şokunu hala atlatamamış olduğum besbelliydi ve buna karşı gözden uzak olma fikri kulağa oldukça iyi geliyordu. ''Balayı gibi mi?'' diye sordum, merakla. Kafamda Claude'un sözleri dönüp duruyor, konuyu Adrian'a açıp açmama konusunda kararsız kalıyordum.

''Evet, evet öyle.'' Beni başıyla onayladığında, istekli şekilde omuz silktim. Cevabım karşısında, gerginliği biraz azalmış, yüzü rahatlamış bir ifade almıştı. Ona ne söyleyebileceğimi bilmiyordum. Etrafta bağırmak, çığlıklar atmak, ağlamak ve diğer tüm o şeyleri yapmak isterken, hepsi yalnızca düşüncelerimle sınırlı kalıyordu.

''Claude ve Aleah ile vedalaşmama izin ver. Daha sonra toplanıp sana haber veririrm.'' Sakince, ve kısık bir sesle söylediğimde, itiraz etmedi. Adımlarımı yavaşça odanın içine doğru çevirdim, ve söylemek istediğim tüm o şeyleri yutarak aşağıya, Claude'u bulmaya indim.

Kazanmam, beni beklediğimin aksine rahatlatmamıştı. Sanki her şey üstüme geliyor, beni boğmaya çalışıyor gibiydi. Bununla nasıl başa çıkacağımı bilmiyordum ama Adrian'la baş başa kalacağımız zaman, benim için iyi olacaktı. Bunu en verimli şekilde değerlendirmek için elimden geleni yapacaktım ve tek umudum, işe yaramasıydı.

Claude'u bulmam zor olmadı. Kütüphanedeki koltuklardan birine oturmuş, gözlerini kapatmış ama beyni tamamen çalışır şekilde dinlenmeye çalışıyordu. Yalnız kalmak istediğinde hep buraya gelirdi ve şimdi de o anlardan birindeydi. Ben de aşağı yukarı onunla benzer şeyleri hissettiğimden, onu bulmak için ilk buraya gelmiştim ve işte buradaydı.

Zaten açık olan kapıyı tıklatıp, geldiğimi belli ettim. Gözlerini açtı, oturduğu yerden toplanarak, ''İçeri gel.'' diyerek beni davet etti. Karşılamak için ayağa kalkacaktı ki, elimle oturmasını işaret ettim. Onun karşısındaki koltuklardan birine kendimi yavaşça attım ve dudaklarımdan sıkıntılı bir nefesin kaçmasına izin verdim.

PHENOMENALHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin