XXIV. Kan bağı & Suçlu

13K 651 10
                                    

''O da nedir?'' diye sordu kuğu-kız bana doğru yaklaşırken. Yatakta geriye gittim ve bileklerimi ondan sakladım.

''Ne? Hiçbir şey. Beni rahat bırak.'' Gözleri merakla, şüpheci şekilde büyümüştü. Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Muhtemelen, bunu herkese söyleyecekti.

Kapının tam zamanında açılmasıyla, derin bir nefes verdim. Kai, ilk defa bilmeden işime yaramıştı. İkimiz de gözlerimizi ona kilitledik.

Şeytanın yaveri keskin bakışlarını bir bana, bir Desiree'e yöneltirken, kuğu-kız daha fazla dayanamadı.

''İşaretlerine bak, Kai. Çizgileri hepimizinkinden kalın ve iki farklı türün sembolü iç içe geçmiş!'' Kai birkaç saniye olduğu yerde durdu, ve bir an sonra önümdeydi. Bileklerimi sertçe kendinde çektiğinde, buraya ilk getirildiğim zamanı hatırladım.

Kai, iki sembolüm olduğunu zaten biliyordu. Daha önce bunun üstünde fazla durmamış ya da önemsememişti, fakat şimdi işaretlerimin kalın ve belirgin çizgilerini gördüğünde, yüzü kafası karışmış bir hal aldı.

Beklemediğim bir anda sürüklenmeye başladığımda, kendimi onun elinden kurtarmaya çalıştım. Çare etmeyeceğini biliyordum, ama kimse bana bu şekilde davranamazdı. Her gün aynı muameleyi görmekten bıkmıştım. Duygularım her zamankinden daha yoğundu ve bu beni güçsüzleştiriyordu.

Daha önce beni koydukları kafesin kilidini açtılar, ve Kai tarafından sertçe içeri itildim. Zaman kaybetmeden hızlıca kafesi defalarca kilitledi ve bana bir kere bile bakmadan yerin altındaki odadan soluk hızıyla çıktı.

Ellerimi kafesin kalın demirlerine doladım ve bana yapacakları şeyi düşünmeye başladım.

***   ***   ***

Tahminimce yarım saat kadar sonra, depo gibi yerin kapıları yeniden açıldı. Oturduğum yerde hareketlendim ve bana doğu gelen siyahlar içindeki adama baktım.

Ona her bakışım, bana her bakışı kendimi biraz daha suçlu hissetmeme neden oluyordu.

''Umarım yanında içki getirmişsindir, çünkü buna gerçekten ihtiyacım var.'' dedim alayla. Hafifçe tebessüm etti ve kafesin demirleriyle arasına belli bir mesafe koyarak durdu.

''Neden bu kadar farklı olmak zorundasın?'' Kafasını yana yatırarak sordu. ''Zamanımın büyük kısmı sana ait gizemleri çözmek ile geçiyor. Neden beni bu uğraştan kurtarıp, bana her şeyi anlatmıyorsun?''

Hah! Bu konu hakkında en ufak fikrim bile yoktu, fakat olsaydı da ona söylemezdim. Bir tarafım, benim hakkımda neler bildiğini deli gibi merak ediyordu. Beni araştırmış mıydı?

Elbette bunu yapmıştı. Ben ve ailem hakkında çoğu şeyi bildiğinden adım kadar emindim. Ama, sadece benim bildiğim ve bilebileceğim şeyler de vardı ve o, bunları asla öğrenemeyecekti.

''Senin bildiklerinden daha fazlasını bildiğimi sanmıyorum.'' Ayağa kalkıp dar kafesin içinde yavaşça dolanmaya başladım. Onunla göz teması kurmak istemiyordum.

Ellerini ceplerine yerleştirdi ve beni uzunca süzdü. ''Az önce baban ve kardeşinin kaçırıldığı haberini almam hakkında ne düşünüyorsun?'' Sesi hissizdi. Aniden olduğum yerde durdum ve irileşen gözlerimi onunkilerle buluşturdum.

''Sen ne dedin?'' Ne dediğini duymuştum, sadece inanmak istemiyordum o kadar. Kim babam ve Marcus'u kaçırırdı ki? Bu saçmalıktı.

PHENOMENALHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin