Buraları tekrar okudukça🥺 Biz nasıl bir ateşten kaçmışız böyle...
Elimde iki poşetle mutfağa girdiğimde yengemde oradaydı. O çekik gözleriyle önce yüzüme sonra da ellerime baktı. Yüzünde şimdi sinsi, pis bir gülüş oluşmuştu.
"Hamza'mdan sakladığın paralarla mı aldın onları Züleyha?"
"He yenge, Hamza'n kendi evlatlarını bile aç bırakıp kahvede kepaze gibi oturuyo ya! Hani iki sübyanın hiçbir işe yaramayan anaları aç mı tok mu bakmıyo ya! Napayım halaları olarak ölmesinler diye babalarından para gizliyom."
En çok işte bundan nefret ediyodu Lalezar. Ben onun gibi değildim. O dayağını yer, susar otururdu ama ben ne kadar ağzım burnum dağılsa da bildiğim doğrudan şaşmazdım. İçten içe yengemin bana haset duygular beslediğini de bilirdim. Oldum olası sevmezdi beni. Sevsin diye de zerre emek harcamadım yalan yok. Kıskançlığı onun en zayıf yanıydı. Sahip olamadığı, hırsını katmerliyodu böyle.
Onda olmayan bir şey vardı bende.
Omurga...
Babamdan yadigar bi gözlerim bir de dik duruşum vardı zannımca. Aklıma düşen babamla içim biraz daha ezildi. Onun gidişiyle yetim kaldım sanırken öksüz de kalmıştım ben. On dördüncü yaşım, en kara bahtımdı.
Anamın analığı bıraktığı, ağabeyimin babam tarafından tutulan yularının salındığı en kara kışımdı o sene benim. Dedemden kalan dağ tarlaya taş ayıklamaya gitmiştik. Römorkun ardına topladığımız taşların ağırlığı tarlanın engebeli yolundan geçemeyince ilk römork devrilmişti sonra da traktör yan devrilmiş, babam kendini aşağı atamadan yardan aşağı kayarak gitmişti. Çığlıklarımı hatırlıyom o günden. Yeri göğü inleten, baba diye gırtlağımı yırtan çığlıklarıma koşup gelen komşu tarlalardaki insanlar oncacık yaşıma rağmen tutamamıştı beni. Babama ulaşacağım diye yarı yuvarlana yarı adım atarak inmiştim yarın dibine. Ters dönmüş traktörden sızan kanı bir de kopmuş bir kolu gördükten sonrasını hatırlamıyodum.
Günlerce yememiş, içmemiş, uyuyamamıştım. Aklını kaybetti demişlerdi kulağım duya duya. Babası öldü, Züleyha delirdi olmuştu milletin dilindeki cümleler. Belki de öyleydi de. Aklımı yitirmiş gibi hissediyodum. Babamın girmeyeceği kapı, oturmayacağı sofra, saçıma dokunmayacağı el, almıştı aklımı benden.
Az kendime gelmeye başladığımda bir şeyi fark ettim. Yanıma gelmeyen, halim nice bilmeyen anam neredeydi benim? Çok var gibi değildi ama bu kadar da yokluğu olmazdı ki. İnsan evladına halin nicedir demez miydi?
Demedi anam! Babam öldü, benim halimi soranım tükendi ...
Zaman bir şekilde aktı. On bir yaş büyüğüm olan ağabeyim tuttu bi kız getirdi önce eve. Anneme gelinin dedi, bana saygı da kusur etmeyesin diye tembihledi. Sonra çok da bi adamlığı olmayan ağabeyim daha bir rahata bindi. Babamın zoruyla gittiği tarlaya gitmez oldu. İte kaka hayvanlara verdiği yemi suyu kesti. Eli işten düştü de ağzı yemekten uzaklaşamadı. Sonra bi baktım ki bütün bunlar benim işim olmuş. Anam, babam gitti gideli ağabeyim de gider korkusuna emzikten kesilmemiş bebe gibi eliyle besler, sırtından havlusunu eksik etmezdi.
İyice dermandan düşecekken başka bişey oldu. Lalezar yengem sustur şunu diye kollarıma bi bebek koydu. Daha yeni doğmuş, aç mı, tok mu anlamadığım bi bebek.
Bana yaşayayım diye Rabbimin hediyesi bi yoldaş, bi yaren, yalnızlığıma arkadaş... Halil
Adının manası gibi bana dost olacak küçük bi yavru. Sonra Halil'im iki yaşındayken bi bebe daha ağırlamaya başladı kollarım. Halil'le kendime kurduğum dünyaya yeni bi yavru daha katıldı. Yiğit dedim ona da. Mert olsun, dimdik yiğit bi adam olsun istedim. Tuhaftır ki ben adlarını seslendiğim de kimse de olmaz demedi. Gerçi öyle lazımsız bi yerdeydi ki iki kuzum, kimse adını da ben koyacam diye yarışa girecek değeri vermedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GİRDAP
RomansaKİTAPTA +18 SAHNELER OLACAKTIR. OKUYUCULARIN BUNU DİKKATE ALMASINI, YETİŞKİNLERE YÖNELİK BİR KİTAP OLDUĞUNU UNUTMAMALARINI RİCA EDERİM... Korktuğu bir hayata esir olmamak için yangından kaçtı Züleyha! Kanından olanların biçtiği kaderde yanmamak için...