İçim çekilircesine saatlerce ağladım. Kalk yemek koy diyen Lalezar bi tarafını yırtsa bile umursamadım. Yine çıkmazdım ya babamdan kalanlar açbilaç kalmasına gönlüm razı gelmediğinden ayaklandım.
Ahıra inip pislenen yerleri çaldıktan sonra peknileri de saman ve yemle doldurdum. Tüm gün akmamış gibi gözlerim yine doluyodu. Ahırın tahta kapısına vurulan baston sesiyle yönümü kapıya çevirdim. Hatice aba beyaz tülbentiyle örtülü başını içeri uzatınca kim olduğunu anladım. Yaşlı sayılmazdı ama kırk yaşında patosun kayışına sıkışan sağ ayağı az aksıyodu. O yüzden elinden baston eksik olmazdı.
"Züleyha, yavrum dün ne oldu kuzum?"
"Hatice aba..."
Dünden beri hırstan, öfkeden akan yaşlarım şimdi sesinde merhamet olan bir kadının varlığıyla acıdan akar oldu. Kendi doğurduğunun ağıdını duymayan anama da diyecek lafım yoktu artık. Kenardaki kütüğe ağırlaşmış bedenimi itip oturdum. Sonra da içim çıkarcasına ağladım. Ayakta, göğsüne başımı bastırmış saçlarımı okşayan kadından aldığım güç içimdeki zehiri kusmama yetmişti.
"Söyle abana kuzum, ne etti yine o kansız ağabeyin?"
"Everecek beni aba, Lalezar atacak beni ateşe."
Bi zaman sesi çıkmadı. Dediğimi düşündü kendince.
"Bi yuvan olur yavrum, evin belleyeceğin bi damın olur. Fena mı? Bu köpeklerin elinde telef olacaksın Züleyha!"
"Fena aba, çok fena. Lalezar emmisinin Mustafa'ya verdirmeye çalışıyo beni. Dünyada cehenneme atacaklar, diri diri yakacaklar beni aba."
Saçımı okşayan el bi anda durdu. Kaskatı kesildi vücudu. Duyduğu adla böyle olduğunu biliyodum ben.
"Sapık Mustafa'ya, karısı kaçana?"
"Ona aba, o adiye verecekler beni. Kıysam canıma günaha girer miyim ki? Allah affetmez mi beni aba?"
"Tövbe de bi, o nasıl sözmüş? Ne kıymasıymış kendine. Yaşayacan sen, o kansız köpeklere inat çok da iyi yaşayacan. Allah o Lalezarı da abin olacak iti de kahretsin! Vicdansız itler!"
Kimseye görünmeden iki evin arasında kalan tahta kapıdan beni kendi evine geçirdi Hatice aba. Elimi yüzümü yıkayıp, önüme pişirdiği yumurtayla sac ekmeği koydu. Yıllar var ki görmedim şöyle merhamet. İçim çıkasıya bir de buna ağladım.
Aksayan ayağının ağrısını önemsemeden hop oturup hop kalktı Hatice aba. Ne edeceğiz dedi, bir hâl çare diye inledi de akşamı akşam etti.
Durdu durdu yüzme baktı. Ne düşündüyse gözü bi bana bi evin telefonuna takılıyo, dişiyle de dudağını kesip duruyodu.
Sonra yanıma gelip ellerimi çalışmaktan sertleşmiş avuçlarıyla sıkıca kavradı.
"Züleyha beni anan belleyip lafıma giden mi kuzum?"
Sorduğu sorunun cevabı belliydi zaten. Anamın analık ettiği mi vardı. Ama Hatice aba kaç kez aç karnımızı doyurmuştu kuzularımla benim.
"Anamdan daha çok analık ettin, nasıl gitmem Hatice aba?"
"O zaman ne edersem bi bildiği var diyecen, ses etmeyecen yavrum. Allaha sığınıp bi işe kalkışacaz senle Züleyha, otur hele."
Bi aralık kapı bulsam sesim çıkar mıydı ya benim. Ödüm kopuyodu Mustafa'nın adını düşündükçe. Ne emmisi ne yengesi Allah'tan korkan kuldan utanan insanlar değildi ki. Bu iş olmaz desem de başıma bi fenalık getirip mecbur bırakmayacaklarını nereden bilecektim.
Sahip çıkacak tek insan evladı yoktu yanımda yöremde. Alır önüne atarlar da namusumu iki paralık ederler diye aklım çıkıyodu. Yüklü paranın kokusunu alan ağabeyim ar edep bilmezdi ki. Yapar mı yapardı. Koynunda yılan gibi tıslayan Lalezar varken her bir fenalığı başıma getirlerdi. Şimdi Hatice aba bana güven dediyse ölsem ağzımı açmazdım.
Rahmetli Yunus emmiyle babamın dostluğuydu belki de sorgusuzca güvenim. Zamanında yedikleri içtikleri ayrı gitmezdi. İlk babam öldüğünde ağabeyimden çok Yusuf emmi göz yaşı döktüydü. Zamanla o da kötüledi. Babam gibi bir kazaya değil de elinden düşmeyen tütünün şerrine uğradı garip. Ciğerleri çürümüş, kanser dedilerdi. Laf köye yayılmasından üç ay sonra da helvasını kavurdular.
Babam ölünce anamın kimseyi gözü görmediğinden cenaze taziyesine de ben gittiydim. Yan komşumuzdu belki ama benden başka kimsenin yüzüne bile bakmazdı. Oldum olası sevmezdi anamı.
Hatice aba sofadaki telefonun başına gidip üzerindeki danteli kaldırdı, numaraları çevirip kulağına dayadı.
"Dilber..."
Karşıdan gelen sesle duraksadı. İç çekti bir süre.
"Benim Hatice... Dilber kurban olam ahiretliğinin derdine yetiş..."
Karşı ne dedi bilmem ama gözleri doldu sanki hemenden.
"Çok müşküldeyim emme sebebi ben değilim. Bi yavruyu yakacaklar Dilber, sen bulun çaresini. Ocağına düştük, biliyom yeminlisin ama... Dilber yakacaklar!"
Kimle konuştuğunu bilmiyodum ama sesinden akan saf sevgiydi, işte onu çok iyi anlamıştım.
"Hani bi kız dediydim ya bi kerem sana. Pek güzel diye... Dediydim ya hani. Onun derdine derman ol Dilber."
Benden bahsetmiş Dilber dediği kadına. Niye bahsetti acaba demeden edemiyodu aklım.
"Ağabeyi olacak şerefsiz bi sapkına verecek Dilber. Eski günlerin hatırına, sevdiğinin hatırına kurtarman mı bu yetimi?"
Bizim köyden miydi ki acaba? Adını da hiç duymadım ki bileyim.
"Babası öldü yetim kaldı dediydik amma anası da ölmüş bu yavrunun. Para uğruna öyle birine veriyolar ki şeytan destur çeker şerrinden."
Yanağımın içini ısırmaktan ağzıma kan dolmuştu. Ağzından çıkacak hiçbir kelamı kaçırmamak için gözümü bile kırpamıydum.
"Ah bi görsen Dilber. Ay gibi, güneş gibi. Yeşil gözlerine bi baksan hiç kıyaman sen."
"Öyle... Çok benziyo, bi benziyo ki..."
"Yetişecen mi imdadımıza bacım?"
"Amma acele et kurban olam. Bunların dini imanı yok, bi kötülük edecekler çocuğa."
Benim aklıma gelen onun aklına gelmez mi ya? Kaç yıl eskitmiş kadındı sonuçta. Gururum kırılıyodu benim için böyle yalvarırcasına konuşmasına ama çarem yoktu ki. Gidecek kapım yoktu işte.
"Olur mu ki Dilber?"
"Hiç gün yüzü görmedi, ah alırım diye çok korkuyom ya ben."
Her ne dediyse gözünün kenarıyla bana bakmış ama hemen kaçırmıştı Hatice abam gözlerini.
"Senin lafın bana yeter bacım. Madem öyle diyon, sen daha iyisini bilin. Sen kefilsen...Tez yetiş Dilber, Allah için tez yetiş."
"Bi sorayım dur, kaç yaşındasın sen yavrum?"
Niye sordu anlamadım ama yirmi bir diye fısıldadım.
"Yirmi birinde ama kırk yaşında ki karıdan daha çok dertle pişti."
Derin bir soluk alıp verdi Hatice abam. Yüzündeki keder sanki hafifledi ya ben de onunla tuttuğum soluğu bıraktım.
"Dilber..."
Gözü bana değdi ama bu kez çekmedi. Ta gözümün içine baktı.
"Adı Züleyha, Dilber. Salih ağabeyimin Züleyha'sı..."
Kapanan telefonla etlerimi sıkan parmaklarım gevşedi. Aksak adımlarla yanıma gelip sedire oturan Hatice abaya diktim gözlerimi. Yüzü pek nadir bana böyle bakardı. Hep merhameti vardı benim için ama şimdi kendi dirayetini korumak ister gibi yüzü soğuktu.
"Alacak bişeyin varsa sessiz sedasız al Züleyha. Dilber yola çıkıyor! Adana'ya, yeğenine gelin gidecen!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GİRDAP
RomanceKİTAPTA +18 SAHNELER OLACAKTIR. OKUYUCULARIN BUNU DİKKATE ALMASINI, YETİŞKİNLERE YÖNELİK BİR KİTAP OLDUĞUNU UNUTMAMALARINI RİCA EDERİM... Korktuğu bir hayata esir olmamak için yangından kaçtı Züleyha! Kanından olanların biçtiği kaderde yanmamak için...