Bölüm 2

798 21 6
                                    

Hayat, her zaman cetvelle çizilmiş gibi düz bir çizgiden ibaret değildir. Cetvel yoktur ve kalem de bizim elimizdedir. Bize verilen deftere çizer dururuz ama kimse bomboş bir alana cetvel veya benzeri bir şey olmadan düz çizgiler çizemez. Kimse o kadar mükemmel değildir. Kimse o kadar mükemmel olmak da istemez. İnsanız biz.

Önce ruhumuz sonra kalbimiz izin vermez buna. Arada renk katmak lazım, karalamak lazım mesela. Yaşıyoruz çünkü. Yaşadığımızı renklerimizle belli ederiz, çizdiklerimizle. Çizgiler, tıpkı makineye bağlı olarak yaşamını sürdüren bir hastanın kalp atışlarına benzer. Kalp attığı sürece makine zikzaklarla doludur. Kalp atmayı bıraktığındaysa ekranı düz bir çizgi kaplar. Sonu gelmeyecek kadar uzun bir çizgi.

Bugün benim için özel bir gün. Yeni bir renk daha katılıyor defterime. Bugün staj yerimi öğreneceğim ve bunun için heyecanlıyım.

On dokuz yaşında üçüncü sınıfta okuyan bir hukuk öğrencisiyim. Aynı zamanda tarih bölümünde okuyorum. Genelde herkes on dokuz yaşında ve üçüncü sınıfta olmamı çok garipsiyor. Çünkü bu çok da yaygın görülen bir durum değil. Ben bir üstün zekalıyım ve çok hoşuma gitmese bile insanlar genelde 'dahi' diye sesleniyorlar.

Liseye geçtiğim yıl iki sınıf atlatarak on birinci sınıftan başlattılar beni. Keşke ilkokulda da sınıf atlatsalardı. Böylece ben de o acı dolu, sıkıntıdan patladığım okul günlerime daha çabuk veda edebilirdim. Hatırladıkça tüylerim ürperiyor. Sıkıntıdan patlardım derslerde. Bildiğim şeyleri tekrar tekrar görmek canımı sıkardı. Ben de eğlenebilmek adına pek çok yaramazlık yapıp öğretmenlerimi çileden çıkarırdım.

Aradan yıllar yıllar geçti. Peki değişen bir şey oldu mu? Hayır. Ben hala insanları çileden çıkarıyorum.

Su birikintilerinin üzerime sıçramaması için çaba harcayarak dikkatlice kaldırıma geçtim. Geç kalmıştım. Bugün staj yerlerimiz açıklanacaktı. Aslında evden erken çıkmıştım ama yol çalışması olduğu için çok fazla dolanmıştı otobüs. Bir de üstüne yağmur yağıyordu. Neyse ki evden çıkarken babaannemi dinlemiş ve şemsiye almıştım.

Saate bir kere daha baktıktan sonra su birikintilerini umursamayıp koşmaya başladım. Bir yandan da şemsiyemle mücadele ediyordum. Şemsiye olmasına rağmen ıslanmıştım. Yağmur sanki hedefi belirlemiş gibi yanlamasına direkt üzerime geliyordu. Özellikle bacaklarım ıslanmış, dar olan pantolonum bacaklarıma daha da yapışmıştı.

Okulun bahçesine girip koşmaya devam ettim. Rüzgar zaten pek de işe yaramayan şemsiyemi uçurmaya çalışıyordu. Şemsiye ters dönmesin diye ucundan tutmuştum ama diğer tarafı havaya kalkıp duruyordu.

"Ah!" şemsiyeyi bırakıp gözümü tuttum. Harika! Sol gözüme de toz kaçmıştı şimdi. Çok kötü batıyordu. Gözümü kocaman açıp elimin tersini gözüme bastırdım. İçine bir şey girdiyse çıkar diye düşünmüştüm ama olmadı. Hatta daha fena batıp acımaya başladı. Bir an önce şu yağmurdan ve rüzgardan kurtulmalıydım. Zira rüzgar böyle esmeye devam ederse, değil şemsiyemi, beni bile uçuracaktı.

Tek gözüm kapalı binaya doğru koşmaya başladım. Sertçe birisine çarptığımda dudaklarımdan bir çığlık yükseldi. Şemsiyem rüzgarla olan mücadelesini kaybedip bir köşeye savrulurken ben de yere düştüm. Daha doğrusu çarptığım kişinin üzerine düştüm.

"Ah!"

Hemen başımı kaldırıp tek gözüm kapalı çarptığım kişiye baktım. İki çift simsiyah göz, yüzüme dikilmişti. Genç bir adamdı ve şaşkınlıkla karışık öfkeli bir ifadeyle bakıyordu. Hemen geri çekildim. Tek elim kapalı gözümde kalkmaya çalıştım. Bir yandan da özür diliyordum. "Özür dilerim, özür dilerim. Sizi fark etmedim."

BAŞKAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin