Tepe taklak olan hayatımın yirmi beşinci günü bugün. Demir'i son gördüğüm günün üzerinden geçen gün sayısıysa yirmi üç.
İçimden bir parça kopup gitmiş gibi sanki. Parça değil, parçalar aslında. Ruhum, kalbim, zihnim, sesim, nefesim...
Zaman geçiyor, tarihler değişiyor. Bense günlerdir çıkmadığım evimde hala bu kabustan uyanmayı bekliyorum.
"Ada misafirlerimiz geldi kızım."
Bakışlarımı boş duvardan çekip babama çevirdim. "Saat kaç ki?"
Babam derin bir nefes alıp zoraki bir gülümseme takındı yüzüne. "Yedi."
"Ah."
Babamla salona geçtik. Güven Kozcu, Melis, Anıl ve Bora gelmişti. Akşam yemeğini birlikte yiyecektik.
Bora beni görünce sırıtarak yerinden kalktı. "Güzellik." Bana sıkıca sarılırken ben de ona sarıldım. "Özlettin kendini."
Aynı şekilde Melis ve Anıl'a da sarıldığımda sıra Güven Kozcu'ya geldi. Ona hala nasıl davranmam gerektiğini kestiremiyordum ama artık bunun bir önemi yoktu. Bir şeylere karar vererek, bir şeyleri planlayarak yapmak bana çok zor geliyordu. O bana sıkıca sarılınca ben de ona doladım kollarımı. Babamın her zaman yaptığı gibi başımın üzerinden öpüp yüzümü ellerinin arasına alarak yüzüme baktı. Buruk bir gülümseme vardı yüzünde. Ben de gülümsedim. Dudaklarım gerilmişti. Usulca elini yanağımda gezdirirken gözlerime bakıyordu. Zorla gülümsediğimi anlamış gibiydi.
Yemeğe geçtiğimizde suskundum. Sadece konuşulanları dinliyordum. İştahım bu aralar o kadar kötüydü ki yemek yerken bile midem bulanıyordu. Bu gecenin ne için organize edildiğini biliyordum. Herkes, her şeyi öğrenmişti. Bana biraz moral olsun, neşeleneyim diye toplanmıştı hepsi buraya ama ben iyi hissetsinler diye rol yapacak kadar bile güçlü hissetmiyordum kendimi. Onlar da bunun farkındaydı sanırım. Hiçbirisi beni zorlamadı. Neden yemediğimi, neden konuşmadığımı sormadılar. Eğlenceli sohbetler açıp her şey normalmiş gibi davrandılar.
"Demir abi..."
Bakışlarım istemsizce Anıl'a kayarken Anıl da anında susup bana baktı. Sanırım dinlemediğim bir konuşmanın ortasındaydı ve ağzından kaçırmıştı. Ben de dinlemediğim o kadar konuşma arasından bir tek onu duymuştum. Alın size algıda seçicilik.
Masada bir ölüm sessizliği hüküm sürerken Güven Kozcu araya girdi. "Murat Bey siz bir Karadeniz turundan söz ediyordunuz ya. Ben diyorum ki bu ekip böylece gidelim tura. Hep beraber. Nasıl olur?"
"Çok güzel olur hem de. Ne kadar kalabalık o kadar eğlenceli." dedi babam heyecan katmaya çalıştığı sesiyle.
Masadan az önceki sessizliğe inat gürültülü ve heves dolu onaylama mırıltıları yükselirken, "Sen ne dersin Ada?" diye sordu Güven Kozcu. "Çok güzel olmaz mı sence de?"
"Olur." diye mırıldandım diğerlerinin aksine durgun bir sesle. Hiçbir yere gitmek istemiyordum. İnsan içine de çıkmak istemiyordum ama tartışmaktan, konuşmaktan o kadar çekiniyordum ki her şeye uyum sağlamaya hazırdım.
"O zaman en kısa sürede bir plan yapalım." dedi babam. Ve ben bir kere daha dinlemeyi kestim.
Gece misafirlerimiz gidip de odalarımıza çekildiğimizde yalnız kalmanın verdiği huzurla lambamı söndürüp sandalyemi pencerenin önüne çekerek gökyüzünü izledim. Gecenin karanlığı, Demir'in gözleri demekti benim için. Yakın ama bir o kadar uzak ve ulaşılması imkansız iki karanlık.
![](https://img.wattpad.com/cover/83189033-288-k605224.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BAŞKA
Fiksi UmumBAŞKA... Her şey o cümleyle başladı. Bu cümle, öylesine güçlü bir cümleydi ki daha bir çift göz onu gördüğü anda başlamıştı pek çok şeyi değiştirmeye. Karar verildi ve yeniden yazılmaya başlandı hayat defterine satırlar. Hayal bile edemeyecek...